15 Aralık 2013 Pazar

karmaşık yazılar 2 (dokunabilmek)

Dokunmaktan bahsediyorum burada. Buraya, evet tam olarak; dirseğim ile pazularımın birleştiği, tatlısu ile tuzlusuyun birleştiği, fakat birbirlerine karışmadığı yere. İlk ressam-insanın mağaralara çizmek zorundalığını hissettiren; elindeki ilkel kalemvari varlık ile mağarasının duvarına şekilleri sonsuza kadar kaydedip saklayarak, onları tanrısal bir güç ile tutsak alma fikrinin gelip çattığı andaki dokunma hissiyatı. Elini yakan fakat ağzında kolayca dayanabileceğin sıcaklık veren bir his. Oysa çok masumane bir fikirdir bu, dokunabilmek. İnsan inandığı her ne ise ona dokunabilir mi? Sen inandığın yaratıcıya dokunabiliyor musun? Görmeden inandık, dokunmadan tapabiliriz. Evet, varlığımızdan haberi bile olmadan bir kadını da sevebiliriz. Çok acımasızcadır fakat yapabileceğin en son şeydir yazmak; ona yazmak(!), zarf atmak, açıklamak, bahsetmek, başlamak ve bitirmek. Neden sevgi ile ilgili her şey edebiyat (yazı yazmak) ile ilgili ki? Bence onlara dokunamadığım için, çünkü biliyorum ki; üzerinde elini gezdirmek dokunmak değildir. Yazıların bağırdığını gördüğümden beri yazara ve elinde kalem olan her şeye saygılıyım. Şimdi sen burada yazarın aklından geçen tamamen aşktır desen, yanılırsın. Çünkü burada bahsettiğim şey; gecenin bir vakti aklımdan geçen, aslında geçemeyen sıkışıp kalmış bir fikir bu, yalnızlık gibi görünüp fakat benim metabolizmama (insan- humanbeing) sahip bir varlığın eksikliğini hissettiren, dokunamamanın vücutta yarattığı etkiye verilen o kimyasal tepkidir. Aslında fonda çalan şarkı öyle bir dokunur ki; yediğin yumruk değil, midene bir kelebek istilasıdır, evet dostum dokunmak aslında gözle de, kulakla da olur, sadece nasıl hissetirdiğini bilmelisin.


Eskilerden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder