25 Aralık 2014 Perşembe

bikaç satır uyarı. boş şeyler nihayetinde.

uyarı.

bu yazı ağır miktarda kamu spotu içerir, çok fazla ciddiye almayın.

neden bunu diyorum, ciddiye alınca kaçıyorsunuz. önemsemek istiyorsunuz ama neşenizi bozduğundan pek de umurunuzda olmuyor ciddiyet. sonra da içe dönülüyor işte. aslında daha anlamlı bir giriş yapmak isterdim ama mesele ciddi. pat diye girince daha çok dikkat çekiyor, affola.

şimdi size böyle dedim diye kendinizi kasmayın ya. gülmeyin de. hatta yazının sonuna kadar sabredemeyip bırakabilirsiniz, cidden. buna alınmam, okumanızı beklemiyorum çünkü. tek derdim can sıkıntısı. yok yok, yalnızlık değil. hele gecenin bu vaktinde (01.19) burada isem yalnız değilimdir.

itiraf edin, derdiniz can sıkıntısı değil yalnızlık. ben mi? benimki de sadece can sıkıntısı zaten. yalnızlık nedir diye soranlara "siz ölüyorum dediğinizde bile kimsenin umurunda olmamanıza yalnızlık adı verilir" derim. konu ne ara size geldi, aslında ben gayet ciddi bir şekilde kendimden bahsedecektim. yazının uzun ya da kısa, yani nasıl istediğinizi soracaktım. ama bu pek bir şeyi değiştirmeyecekti, nasıl mı? şöyle. siz ne kadar okumak isteseniz de istemeseniz de bu yazı bir yerde bitecek. bir hikayenin bitmemesi için hiç başlamaması gerekir. öyle derler, ben pek anlamam bu işlerden. sanırım sonundan çok devamıyla ilgilenmekten kaynaklanıyor. bir bakıma da hikayenin ana karakteri bile olsanız, yazar sizi ve kalanınızı pek düşünmüyor bazen. sanırım bu ironi ya da saçmalık. siz karar verin.

bence saçmalık. yok yok, yazıdan bahsediyorum. genelinden. cidden okuduysanız sizi tebrik ederim. ben ciddiye almayın demiştim ama, sonra uyarmadı demeyin.

11 Aralık 2014 Perşembe

Edebi değil, otobüs muhabbeti.

Ben soğuk bir adam değilim. Bu, ilişki üzerine. Ahkam kesip, yine mi yaea haletine girecekseniz okumayın. Oku diyen yok. Her şeyi okudun bir bu mu kaldı. Sinirliyim çok. Öyle böyle değil. Her cümle bir nefes. Neyse, ben soğuk bir adam değilim. Basit yazacağım, çünkü böyle bir konu. Kız arkadaşım ile ilgili problemim var. Konuya bak amk yahu. Bu sadece. Bir yerlerde insanlar ölüyor, açlık çekiyor, tecavüze, hakarete uğruyor ama ben kız arkadaşımla problemim var diye dertleniyorum. Peki ne yapayım? Bırakayım mı bunu? Kızı değil, fikirin efkâr olmasını. Çoğaldıkça olmuyor mu, nasıl bırakayım ki zaten. Çaresiz bir adam değilim ama derdini anlatamayan insandan çıkar bu seri katiller. Dinlemediğiniz değil yahu, sizinle alakası bile yok adamın, kızgın ve can yakmak istiyor. Sen denk gelirsen seni de yakar. Döşediğiniz dinamitlerim altında bir ben kalmayacağım, hepimizin canı yanacak bu işten. Ben size, yazmaya iten şeyi açıklıyorum. Evet veriyorum size yüzyıllardır hebrew ile şifrelenmiş yazıtlarda saklanan sırrı. Herkes sıkıntıdan yazıyor. Bu kadar basit işte okuduğumuz şeyler. Sebep bu, yok canım demeden önce, dur ve düşün bunu. Bak,'' güneşte saçlarını yıkayan ve şarkı söyleyen erkekler dışında tanrı yoktur, güzel şeyler tanrıdır'' diyen D.H lawrence bunu sıkıntıdan yazmış. Peki ben niye yapmayayım, sıkıldım ve yazıyorum ne var bunda. Konu dağıldı yahu, nereye geldik. Konuşurken de böyle oluyor, ondan mı soğuk diyorlar lan bana? Olm dünyadaki en son adamlardan biriydim ben soğuk diyebileceğiniz. Nasıl dediniz lan? Nasıl yaptınız? Görmemek için sevildiğinizi hala neden vuruyorsunuz onun bunun lafına bakıp. Taşımasın edebi değer, ulan ben aylardır Türkçe muhabbete bile giremedim reelde, bunları yazdığıma şükür ediyorum. Kızgınım ve önüme ne gelirse kırmak istiyorum. Sadece konuşmaya ihtiyacım var; edebi değeri, figurative Language'i başka zaman tartışırız.

2 Aralık 2014 Salı

uçurum

bir şeye ne zaman adım atsam koşarken buluyorum kendimi. neden fren eklemediniz bana? ya da niye son virajdan önce aklıma geliyor durmak? şimdi işin yoksa bir sürü şarkı dinle, bir sürü şey oku. ne diyordu menteş, şiddete meyyalim vallahi dertten.

bu yazdıklarımın gerçek kişi, kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur. ya da sınırlıdır. son zamanlarda bu da çıktı, sınırlı yokluk. sınırlı varlık. varlık ve hiçlik. adım atınca böyle korkunç bir mutluluğa adım atmak gerekiyor, o zaman sınırdakileri dışarıdan görebiliyorsun. bunun, dışardan görmenin bir çok şeyle alakası var ama. ceviz ağacının altında bir şey yetişmez mesela, dikersen ölür. dışardan bakarsan, sağ kalırsın. bunun gibi bir şey. bir şey isteyecekseniz, çam ağacından isteyin. dallarını, gölgesini ve kokusunu. o sizi barındırır.

cigarayı son kez çekmeden filtresine kadar gelmişti tütün. aklıma gelenleri sıraladım, aklımdan önce gözlerim geldi. yanıyordu. sonra onu yakan, son fırt'ından önce aklıma gelmeyen cigara geldi, ona yandım. baktım aklıma acıdan başka bir şey gelmiyor, bakmayı bıraktım ben de. acının iki anlamı var ama, onları bırakmadım. ve ilk anlamı gerçek, diğeri ise pek bilinmez.


5 Kasım 2014 Çarşamba

her insan ölecek yaştadır.

insan, en son doğduğu yerde ölmeye meyleder.

bunu daha önce düşünmemiştim. çok garip bir şey lan bu. kaldığın yerden devam etmek, devam ettiğin yerde kalmak. bir de bunu isteyerek yapmak. (bi ara yazım kurallarına uysam iyi olacak). ölüme meylettiğini düşündün mü hiç, tekrar doğmak için ama. yenilenmek ya da değişmek için değil. sadece tekrar doğmak için. ya da bir yere ait olmak için de olabilir. bir yerde ne kadar çok ölüyorsan oraya aitsindir çünkü. bu böyledir. doğduğun ya da doyduğun yer değil. en çok öldüğün yer. sahi, en son ne zaman ve nerde öldün?

bir de, yaşarken ne iyi adamlardık be. üzüldüm şimdi.

21 Ekim 2014 Salı

sıcak.

soğuk. daha önce hiç bu kadar soğuk olmamış gibi. köşedeki tayfur ağbi o gece içemeyecekmiş gibi soğuk. palyaçoları fark ettiremeyecek, kaldırımların içini dökecek hatta patlatacak kadar soğuk. bu ne soğuk lan böyle?

üşüyorsan dünyayı yakayım dedirtecek kadar soğuk ama bir o kadar da belirsiz. yakmak ne kadar kolay di mi, ya da yanmak. kolay bir şey zannediyoruz bunları. kolay sandığımız o kadar çok şey var ki. daha az önce dünyayı yakıyordum mesela, şimdi olsa yakmam. ne gerek var? ısınmadım ama artık yakmak istemiyorum. sanırım bu soğuk muhabbetini sabaha kadar sürdürebilirim. biri bana dur desin.

' 22.54 civarıydı. tam hatırlamıyordum ama düşündüğümde ancak o kadar geri gidebiliyordum. bank buldum bir tane kendime, köşede bir yerde. gelip geçenleri seyretmek istiyordum. sizin gibi sık yaparım bunu. bir yere amaçsızca oturup gelip geçenleri seyretmeyen yoktur çünkü. ya amaçsızca oturursun ya da oturduktan sonra amacını kaybedersin. bir şeyleri kaybetmek için de 22.54'ten uygun bir vakit yoktur. ben de bulmuştum o vakti.

cigaramı çıkardım, ateş sönmesin diye diğer elimle hava akımını kesip cigaramı yaktım. hafif bir çıtırdı geldi, hayal edebilirsiniz. bir fırt çektim, dumanını üfledim. sonra arkama yaslandım. sol tarafımdaki bankta oturan birisine selam verecekti tanıdığı, elini uzattı. elektrik çarptı. elini geri çekti. çok sıkıcı, çok bayat farkındayım ama daha başka ne olabilir ki?'

bazen kendini uzaklaştırırsın bir yerden, dört duvar ya da iki kapı arasından. koşarcasına gidersin ama yorulmazsın. burnunun ucu sızlar, kulağının ucu donar ama sen yanarsın. sonra neden koştuğunu unutursun. soluk soluğa kalıp napıyorum lan ben dersin, hatta utanmaz söversin de bazen. bunları neden mi yaparsın? tayfur ağbi yeniden içebilsin diye. palyaçolar fark edilsin diye. kaldırımlar patlamasın diye. bu hayatta sen koşunca bir şeyler değişsin, ısınsın diye. bu lanet ve lakayt yer dar gelmesin sana diye.

kafam yandı sanırım.

balkondan bildiriyorum. saat 00.37. hava soğuk. dikkat edin.

ya da bi çay demleyin, içelim. içimiz ısınsın. koşmayalım. ne dersiniz?

28 Eylül 2014 Pazar

Tarkovski söyleşisi: “Zekice bir cevap istiyorsan, zekice bir soru sor!”

- Bana öyle geliyor ki, spot ışıklarından rahatsız oluyorsunuz. İnsanlarla temastan kaçınıyorsunuz. Mesela, sadece ara sıra röportaj veriyorsunuz.

Evet, pek sosyal bir insan değilim. Şöhretin sunduğu avantajlardan yararlanan, gazetecilerle temasta bulunmaktan hoşlanan insanlar vardır. Ben bunları sevmiyorum. Şimdiye kadar gazetecilerle yaptığım söyleşilerden sonra yazılmış tek bir makale olmadı ki, beni tatmin etmiş ol
sun. Mesele bana övgüler düzülmemiş olması değil, yazılanların tartışılan, konuşulan şeyle ilgisinin olmaması. Şöhretim yüzünden birinin ilgisine mahzar olduğumu anlamak benim için bir yük. Beni sinirlendiriyor.

- Sizi sinirlendiren şey ne?
Cevaplaması zor. Bir araya gelip konuşan insanların ortak bir noktaları olmalı diye düşünüyorum ki sohbet tek taraflı olarak kalmasın. Oysa hemen her gazeteci sorusunu yönelttiğinde cevaplarla değil, notlarıyla ilgileniyor. Sohbet onu etkilemiyor, yalnızca işi için anlamlı. Aynı şekilde bir sohbet arkadaşı olarak sinema seyircisi de beni sinirlendiriyor, benim hakkımdaki merakımdan ötürü. Kısacası bu tür sohbetler samimi değil, bu da beni küplere bindiriyor. İnsanlar sosyalleşiyorlar, ama karşılıklı, samimi bir ilgi yok; dolaylı bir yolla karşılaşıyorlar.

- Siz samimi bir temas mı istiyorsunuz?

Bana öyle geliyor ki herkes biraz bunu istiyor. Yaptığımız birçok şeyde büyük bir samimiyetsizlik var, özellikle insan içine çıktığımızda yaptığımız şeylerde, bir sürü saçmalık, boşluk. Şahsen söylemeyi önemli bulduğum bir şey yoksa bu tür sohbetlere bir anlam veremiyorum. Film yaptığım için de her şeyi eserlerimle söylemeye çalışıyorum.

- Sohbetimizin temelinin bir hayli olumsuz olduğunu mu söylemeye çalışıyorsunuz bana?

Hep böyle olmuştur. Bu konuda yapacak bir şey yok. Hem ne demek öyle olumsuz bir temel? Bir temelimiz yok. Sizin benimle söyleşi yapma dileğiniz, benim de bütün gücümle size direnme dileğim var yalnızca.

- Bunu kuvvetle hissedebiliyorum.

Bakalım sohbetimiz nasıl devam edecek. “Zekice bir cevap istiyorsan, zekice bir soru sor,” diyen Goethe’ydi yanılmıyorsam.

- Sayın Tarkovski, eğer hiçbir ortak yanımız olmadığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Size geldim, çünkü filmlerinizden ötürü kendimi size yakın hissettim. Bu söyleşi benim açımdan sizinle konuşabilmenin bahanesi yalnızca.

İşte bunu bana kanıtlamanız gerekecek.

- Umarım kanıtlayabilirim. Londra’ya sizin için geldim. Buradan bir makale çıkacak olması yalnızca tali bir sonuç, bu sohbetin peşi sıra gelen bir şey.
Anlıyorum, her şeyi birbirine bağlamak istiyorsunuz.

- Her şeyden önce şu var: Sizi görmek benim dileğimdi, isteğimdi. Sonra bunu yapabilmek için bütün o engellerle karşı karşıya kaldım.

Ve maalesef hepsini aştınız. Diğer bütün gazeteciler gibi sizin de bu engellerle tökezleyeceğinizi ummuştum, ama buradasınız.

Dinleyin, filmleriniz beni derinden etkiledi; şeylere bakışınız çok tanıdık, bir kadın olarak kendimi o filmlerde görememem dışında. Kadınlar filmlerinizde kesinlikle geleneksel bir rol oynuyorlar. Erkek dünyası egemen, daha doğrusu yalnızca erkek dünyası var. Erkeklerin bakış açısından kadın gizemli. Sevgi dolu; erkeği seviyor, bütün varoluşu erkekle olan ilişkisi etrafında dönüyor. Kadının kendine ait bir hayatı yok.

Buna pek kafa yormadım; demek istediğim, kadının için dünyasını hiç düşünmedim. Kadının kendine ait bir dünyası olduğunu inkar etmek zor olur, ama bana öyle geliyor ki bu dünya kadının ilgili olduğu erkeğin dünyasına kuvvetle bağlı. Bu bakış açısına göre, tek başına kadın anormalliktir.

Peki, tek başına bir adam, bu normal midir?

Tek başına olmayan bir adama göre daha normaldir. İşte bu yüzden kadın filmlerimde ya hiç yok ya da erkeğin gücü üzerinden yaratılıyor. Kadın yalnızca iki filmimde var, Ayna ile Solaris’te. O filmlerde de erkeğe bağlı olduğu belirgin. Kadının böyle bir rolü olduğuna itiraz mı ediyorsunuz?

Söylediğiniz şeyi nasıl kabul edebilirim ki? Ben, kendi adıma, kendimi o rolde göremiyorum. 
Birlikte yaşadığınız erkeğin dünyasının, sizin dünyanıza bağlı olması gerektiği sonucuna mı vardınız peki?

Hayır, öyle de değil. Ben kendi dünyamı korurum, o kendi dünyasını korur.

Bu imkânsız. Siz kendi dünyanızı, o kendi dünyasını korursa ortak hiçbir şeyiniz olmaz. İç dünyanın ortak bir dünya haline gelmesi gerekir. Gelmezse eğer, ilişkinin bir geleceği olmaz, umutsuzdur, uyumsuzdur, ölmeye mahkûmdur. Bir kadının eş değiştirmesini tuhaf bulmaya meyilliyim. Mesele kaç eşi olduğu değil, ben ilkeyi düşünüyorum. Mesele şu ki, kadın bu evlilikleri bir hastalık gibi yaşar. Yani önce bir hastalığa düşer, sonra bir başka hastalığa, sonra bir başkasına, vs. Aşk öyle bütün bir duygudur ki, aldığı biçim ne olursa olsun tekrarlanamaz; bütünlüğü yüzünden tekrarlanamaz. Kadın bu duyguyu tekrarlayabilirse ona tümüyle anlamsız gelir. Bu kadın şanssız olmuş olabilir ya da kendi dünyasını korumaya çalışmış, kendi dünyasını daha önemli bulmuş, yabancı bir dünya içinde erimekten korkmuş olabilir. Bu durumda da ciddiye alınmayı bekleyemez ki. Anlıyor musunuz?

Daha önce kendine ait bir dünyası olan bir kadınla tanışmadınız mı hiç?

Böyle bir kadınla ilişki kuramam ki.

Doğru anladıysam eğer, siz bir kadında erimezsiniz, öyle mi?

Hayır, erimem. Buna ihtiyacım yok. Ben bir erkeğim.

Ama sizin içinizde eriyen bir kadına ihtiyacınız var?

Doğal olarak. Kadın kendini korumaya çalışırsa, ilişki soğuk olur.

Ama bu sevgi içinde siz kendinizi koruyorsunuz.

Ben erkeğim. Benim farklı bir doğam var.

Kadın doğasını bildiğiniz gibi bir izlenime mi sahipsiniz?

Sizin gibi, benim de kadın doğası hakkında bir fikrim var.

Ama ben kendimi içerden, bir kadın olarak tanıyorum, çünkü bir kadınım.

İnsanlar kendilerine toz kondurmazlar. Kendi dünyasını korumak isteyen bir kadın beni şaşırtıyor. Bana öyle geliyor ki kadının anlamı, kendini feda etmektir. Kadının büyüklüğü buradadır. Böyle bir kadının önünde saygı ile eğilirim. Böyle vakalar biliyorum.

Dünyada böyle vakaların kıtlığı çekilmiyor pek.

Evet, büyük kadınlar. Kendi dünyasında ısrar edip de, büyüklüğünü kanıtlamış bir tek kadın bilmiyorum. Birini söyleyin.

Karşınızda dilim tutuldu. Yani kadın yalnızca erkeğe duyduğu aşka var olma hakkına sahip, öyle mi?

Ben öyle mi dedim? Kadın-erkek ilişkisi üzerine konuştuk yalnızca. Lafım ağzıma tıkılmadan bir şey ifade etmem de pek mümkün olmadı.

Epey bir şey söylediniz, gayet iyi biliyorsunuz.

Ben sadece, erkek ya da kadın, bir insanın, sevdiğinde kendine ait kapalı bir dünyası olmasının imkânsız olduğunu, bu dünyanın ötekinin dünyası ile karışıp tümüyle farklı bir şeye dönüştüğünü söyledim. Kadını bu ilişkiden azat ederseniz, ilişkiyi bozarsınız. Kadın ayağa kalkamaz, şöyle bir silkinip beş dakika sonra yeni bir hayata başlayamaz. Kadının iç dünyası tümüyle erkeğe karşı beslediği duygulara dayanır. Benim fikrime göre, kadın kesinlikle, mutlaka bu duygulara dayanmalıdır. Kadın, aşkın sembolüdür. Aşk, insanın en büyük hazinesidir, kelimenin hem maddi hem de manevî anlamında. Kadın, hayatın anlamını verir. Mesih’i doğuran bâkire olarak Bâkire Meryem’in bir sevgi sembolü olması tesadüf değildir. Kadınlara bu konudan bahsettiğimde, onur duygusundan laf açılıyor hep, görünüşe bakılırsa bu onur duygusundan yoksun bırakılmak istendiklerinden bahsediyorlar. Benim bakış açıma göre bu kadınlar yalnızca bir erkek-kadın ilişkisinde, erkeğe tamamen kendilerini adamakla onur bulacaklarını anlamıyorlar. Kadın gerçekten severse çetele tutmaz, sizin sorduğunuz gibi sorular sormaz. Sizin neden bahsettiğinizi bile anlamaz.

Neden bir başkasının, özellikle de bir kadının bütün sevgisini istiyorsunuz, merak ediyorum. Neden kendinizi aşka adayıp yapması gereken her neyse yapmayı kadına bırakamıyorsunuz?

Bu da mümkün olabilir tabii. Ben kimseden belli bir davranış göstermesini istemiyorum. Ben yalnızca kadının, bütün manevi benliğini ifade edebilmesi için, içinde bulunduğumuz şu anda kendi dünyasında ısrar etmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Kadının bir kişilik olarak var olmayı bırakıp da yalnızca sizin üzerinizden yaşamasından ne bekliyorsunuz? Bu size neyi getiriyor?

Onun iç dünyasını anlayabilir ve kendi dünyamı ona açabilirim. Kadın kendi dünyasında kalırsa birbirimizi hiç tanıyamayız.

Kadının sizin bahsettiğiniz gibi erkeğe kendini tümden adaması, kadın adına büyük tehlike taşıyor. Kadın, erkek üzerinden yaşamayı tercih ederse, eli boş kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu eski, çok eski bir hikaye. Çok iyi bildiğim bir hikaye. Ben de aşk içinde eriyip gitmeye zaman zaman epeyce meyilli olurum.

Şükürler olsun. Bununla gurur duyun. ‘Eriyip gitmeyi’ kadından beklediğimi de düşünmeyin. Maalesef ben kendim, bu aşk duygusunu nadiren yaşıyorum. Çok nadir oluyor, olduğunda da insan, kadın ya da erkek o kişiyi kıskanabilir ancak. Bundan bahsetmem, birinin kendisini adamasını beklediğim anlamına gelmiyor. Böyle şeyler istemek imkansızdır. Aşk kaba kuvvetle yürütülemez. Bu yüzden de benim bakış açımın kimseye bir zararı yok.

Aşk ya olur ya olmaz, öyle mi?


Evet, ya olur ya olmaz. Olmazsa hiçbir şey olmaz ve insan yavaş yavaş ölür. Bu benim fikrim. Doğal olarak tarafların kendilerinin sorumlu olduğu, birbirlerinden daha da bağımsızlaştığı, bunun da birbirlerinden daha bir soğumaları, daha bir bencil olmaları anlamına geldiği ilişkiler de var. Belki böylesi daha kolaydır. Bu tür ilişkiler elbette o kadar tehlikeli değil, daha rahat. Ve feminizm düzeyinde bir yerde hareket ediyorlar. Bana göre feminizmin anlamı yalnızca kadınların sosyal haklarını garanti altına almak değil. Gerçi bugün kadının sosyal durumu, eskiden olduğu kadar ağır değil, birkaç yıl içinde de denge sağlanacak.
Tuhaf, çok tuhaf, bundan bahseden kadınlar erkeklerle benzerlikleri üzerinden duruyor, kadın olarak emsalsizliklerini anlamıyorlar. Bu beni hep hayrete düşürmüştür, çünkü kadının iç dünyası erkeğinkinden esasen çok farklıdır. Kadının, özel olması yüzünden erkekten bağımsız var olmayacağına inanıyorum. Erkekten bağımsız var olursa, doğal, organik değildir artık. Toplum içinde kesinlikle bir yer edinebilir; bir erkeğin işini yapabilir, ama bu onu kadın yapar mı? Hayır, asla.
Bazı kadınlar bir erkeğin işini yaparak eşit olabileceklerini düşünüyorlar. Oysa kadının erkekle aynı hakları istemeye ihtiyacı yoktur. Kadın tümüyle erkekten farklıdır. Kadının bir emsalsizliği vardır, onda önemli bir şey, erkekte olmayan temel bir şey vardır. Kadınlar eşit haklar istiyorlar. Ne demek istediklerini anlıyorum; artık kendilerini feda etmek istemiyorlar. Her zaman bastırılmış olduklarını anladılar ve eşit haklara sahip olarak kendilerini özgürleştirebileceklerine inanıyorlar. Kadın ya da erkek herkesin, doğal olarak özgür olmak isterse özgür olduğunu anlamıyorlar. Hepimiz özgür insanlarız, ama özgür ülkede yaşıyor olabileceğimiz için değil. O önemli bir sebep değil. Antik Roma’nın duvarcısı, özgür bir insanın içinde olabilir. İnsan temelde özgürdür. Özgür değilse, bu onun, yalnızca onun hatasıdır. Nihayet sadede gelebildik.
Kadınların dünya olaylarından büyük ölçüde dışlanmış olmaları gerçeğini inkar etmiyorum. Kuşkusuz bu bir haksızlık. Ama kamusal hayata tamamen entegre olursa kadına neler olacağını bilemiyorum henüz. Buna karşı olmadığımı, bunu desteklediğimi vurgulamak isterim, ama kendini orada bulamayacağı yönünde bir izlenimim var. Tatmin olmayacak.

Size katılıyorum. Erkek egemen değerler hakim olduğu sürece, bu dünya bir kadın için zor olacak, kariyerinde erkek değerleriyle yarışmak zorunda olduğu sürece.

Yanılıyorsunuz. Bence parlak kariyeri olan bir kadın kadar sevimsiz bir şey olamaz. Erkek haklarım için korktuğumdan değil, bunu gayri tabii bir şey olarak gördüğüm için. Görmezden gelmesi gereken bir yolu tutan bir kadın modeli bu. Yalnızca erkeğe karşı beslediği yanıltıcı, rekabetçi bir duygu böyle yapmasına sebep oluyor. Peki, neden oluyor bu? Kadın, erkek gibi mi olmak istiyor? Erkeğe, onunkine benzer becerilere sahip olduğunu mu göstermek istiyor? Bir kadının bir erkeğin işini yapabileceğine hiç kuşkum yok. Burada, İngiltere’de bir kadın, mücadelelerle dolu bir yoldan geçerek, büyük bir siyasal kariyere sahip oldu. Bir kadının bir erkeğin işini yapabilmesi özel bir şey değil. Elbette ki yapabilir. Ama bu bir şey kanıtlamıyor.

İnsan M. Thatcher’ı anlayabiliyor. Bir kadının erkek alanında erkek değerlerini benimsemesi şaşırtıcı bir durum değil. Yapabileceği başka bir şey yok. Başka bir seçeneği yok. Sizin ifadenizde beni rahatsız eden şey, kadının gerçek doğası diye bir şey varsaymanız. Kadınlar asırlardır erkek egemen bir dünyada yaşadıklarından, kadın doğasının ne olduğunun, kadınların kadın değerleriyle nasıl bir dünya yaratabileceklerini kestirmek zor.

Afedersiniz, sizin adınız ne?

İrena.

Dinleyin beni, İrena, siz kadın doğanızdan memnun olmadığınızı söylüyorsunuz.

Hayır, beni yanlış anladınız.

Ama hep var olmuş olan, yaratılmış olandan daha farklı bir kadın-erkek ilişkisi olamaz. Çünkü dünyamız iki cinsiyetli, ister beğenin, ister beğenmeyin. Belki başka bir gezegende tek ya da beş cinsiyetli bir dünya vardır, hayatın devamını sağlamak için bu tür bir gruplaşma gerekiyordur. Belki orada fiziksel ve manevi aşk için beş cinsiyet gereklidir. Ama yaşadığımız dünyada iki cinsiyet gerekli. Bir sebepten bunu hep unutuyoruz. Haklardan, koşullardan, bağımlılıktan bahsediyoruz. Bir kadının kadın olduğu, bir erkeğin erkek olduğu gerçeğinden hiç bahsetmiyoruz. Tek itirazınız bunu sevmediğiniz olabilir.

Bence kadınlık bir başka kişiye bağımlı olmakta yatmıyor, bu yüzden de filmlerinizdeki kadın kahramanlarda kendimi bulamıyorum. Bütün o kadınlar erkek gezegeninin etrafında dönen uydular, bir iç dinamizme sahip olmaları bir nebze olsun mümkün değil.

Tuhaf. Moskova’da kadınlardan birçok mektup almıştım, Ayna adlı filmimde, kimsenin erişemeyeceğini, kimsenin göremeyeceğini düşündükleri dünyalarını açıp oraya sızmayı başardığımı söylüyorlardı. Belki sizin farklı bir kişilik yapısınız var. Belki kendinizden talepleriniz farklı. Belli ki, Ayna’daki anne gibi değilsiniz. Ayna annem hakkındadır. Kurgu değildir, gerçeğe dayanmaktadır. İçinde kurgusal bir tek bölüm bile yoktur. Belki haklısınız, belki de kendinizi orada göremiyorsunuz.

Temel insanlık durumu ve sizin buna yaklaşımınız, özellikle Stalker ve Solaris’te beni çok etkiledi. İşte bu yüzden buradayım. Solaris’te aşkı resmetme biçiminiz muhteşemdi, incelikliydi. Ama aşk Hari’nin tek gücü ve aynı zamanda onun Aşil topuğu. Sadece aşkı var.

Yani, siz bir Aşil topuğu istemiyorsunuz. İncitilmez olmak istiyorsunuz.
Kadınlar erkeği hiçbir zaman erkekçe fethedemezler. Kadın bütün sevgisini ortaya koymazsa, erkek-kadın ilişkileri farklı olur.

Evet, farklı olur; farklı olması gerekir. Asırlardır başkaları için yaşamaya yönlendirilmiş, asla kendisi için yaşamamış, başkaları için her zaman kullanıldıktan sonra atılabilir bir kadın olduğunuzu düşünün bir. O yükü hissedebiliyor musunuz?

Bunun bir erkek açısından daha mı kolay olduğunu düşünüyorsunuz?

Değil tabii. İşlerin şimdiki hali, her iki taraf için de zor.

Erkek olmak, kadın olmak kadar zor. Bahsettiğiniz ıstırabın kaynağında başka bir şey var aslında. İnsanın manevi düzeyinin çok düşük olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Bugün yatıp uyduğumuzda, ertesi gün kalkamayabileceğimizi biliyoruz. Çılgının biri düğmeye basarsa eğer, bu gezegen üzerinde hayatı silmek için üç bomba yeterli olacaktır. Bunun bilincinde olmadığımız söylenmez, ama sürekli unutuyoruz. Manevi ilgilerimiz o derece maddiyatın kölesi olmuş ki, asla gündeme gelmemesi gereken meselelerle uğraşmamız gerekiyor.
Toplumsal sorunların gelişmesi, bizim çılgın maneviyat karşıtlığımızın bir sonucu. Manen ergin bir kadın, erkekle ilişkisinde köleleştirildiğini ya da aşağılandığınız hiç düşünmeyecektir. Manen ergin bir adam da bir kadından bir şey istediğini hiç düşünmeyecektir. Yalnızca siz, argümanınızın gücüyle beni bu tür cevaplara getirdiniz. Bu tür meselelerden konuşmak bize yabancı olmalı.
Bunlar hakkında konuşuyor olmamız bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor. Sorun doğal bir şey olmalı. Fakat kazanılmış ya da kazanılacak kadın hakları, kadınların kendi kendilerini onaylamalarını sağlamayacak. Tam tersine, bundan sonra aşağılanmayı hissedecek. ‘Neden’ diye soracak kendine, ‘erkekten çok farklı bir insan olarak, bir erkeğin hayatını yaşıyorum?’ Bu sorunlar maneviyattan yoksun oluşumuzun işaretleri.
Hayret verici kadınlar, manen hayret verici kadınlar tanıdım. Bu kadınlar kendilerini bu tür sorunlarla sıkmıyorlar, ama öyle bir iç zenginlik, manevi büyüklük, öyle bir moral gücü gösteriyorlar ki, erkeklerin dizlerine kapanması, bundan utanç değil, onur duyması gerekir.
Bakın, işte asıl mesele burada. İlişkilerimizi açıklamaya başladığımızda, çoktan kötü yola girmiş oluyoruz. Buna özlem duymak hoşnutsuzluğumuzun bir belirtisi, adalet arayışı değil. Hoşnutsuzluk ve adalet arayışı da iki farklı kategori, gördüğüm kadarı ile kadınlar bugün korkunç durumdalar. Gerçekten seven bir kadın böyle sorular sormaz. Bunlarla ilgilenmez.

Dünyaya egemen olan erkek değerlerinden bahsediyoruz. Kadın değerlerinin güçlü bir etkisinin olduğu bir toplumda işler böyle kıyametvari bir tehdide varmayabilirdi. Bugün bir kadının Kıyamet’i bilip de, kendini bundan sorumlu ve bununla yakından ilgili hissetmeyip onun yerine kendini tam bir aşk içinde tek bir adam için, hâlâ aşkıyla sımsıcak olan bu adamın gezegeni mahvedeceği düşüncesiyle feda edebileceğini nasıl oluyor da tasavvur edebiliyorsunuz?

Şok edici, şok edici. Ne demek istediğinizi anlıyorum. Ama hayretten ağzım açık kaldı, İrena, bir erkeğin aynı hislerle, aynı kaygılarla dertlenmediğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu gezegene erkeğin hükmettiğine inanıyorsanız, yanılıyorsunuz.

Kim hükmediyor peki?

O.

Nerede O?

(Yukarıyı işaret eder.) Anlıyor musun? Olayları tartışıyoruz, sebepleri değil. En önemli şeyden bahsediyoruz. İnsan, varoluşunun sebebini bilmeden yaşıyorsa, bu dünyaya hangi sebepten geldiğini, neden bir süre yaşamak zorunda olduğunu bilmeden yaşıyorsa, o zaman dünyanın bugün içinde olduğu hale gelmesi gerekirdi. Aydınlanmadan bu yana, insan, görmezden gelmesi gereken şeylerle uğraşıyor. Maddi şeylere doğru dönmeye başladı. Bilgi açlığı insanı ele geçirdi. Kadınlar erkekler kadar bilgiye aç değildir. Şükürler olsun.

Kadınların başka tür algılara duyarlılığı olabilir.

Evet, kesinlikle. Demek bunu anlamışsınız. Peki, sonra ne oldu? İnsan körmüş gibi kendi kendisinin etrafında dönmeye başladı. Elleri dışında dünyayı algılamasına yarayacak bir organı kalmamıştı. Bu dünyaya dair o kadar çok şey algıladık ki, bunun mutluluk ve uyuma varmak için yeterli olacağı düşünülebilir. Ama hayır, tam tersine, ‘dünya hakkında ne kadar çok şey bilirsek’, aslında atalarımızdan o kadar daha az biliyoruz, açıklığı daha fazla yakalamış uzmanlar bunu görüyorlar. Karıştırma kabiliyetimiz var. Körsünüz diyelim, soğuk bir radyatöre dokunduğunuzda, etrafınızdaki dünyanın da soğuk olduğunu düşünürsünüz, kaloriferler yanıyorsa da tam tersini, etrafınızdaki dünyanın sıcak olduğunu. Orası önemli değil, ama bu anlayışın gerçek dünyayla bir ilgisi yoktur; yalnızca dokunma duyusunu ifade eder. Dünyayı algılamamızın kaloriferlerin yanıyor olup olmamasına bağlı olması zavallıca. Dünya hakkında çok şey bildiğimize karar verdik. Oysa hiçbir şey bilmiyoruz. Dünyanın küçük bir kısmına dair belli belirsiz bir kavrayışa sahibiz, ama o da bize genel tabloyu vermiyor, çünkü dünya sonsuz.
Bence insanın varoluşunun pathosu, anlamakta yatmıyor; o insanın entelektüel bir görevi, ama asıl işi değil. İnsanın sorunu, hayatın anlamının bilgisine sahip olarak yaşamak. Dünyayı pragmatik, kâra dönük, avantaj arayan taraftan algılamamız ne kadar ilginç. Durmadan protez üretiyoruz. Bütün teknolojiler buna dayanıyor. Uçakları icat ettik, çünkü at sırtında gitmekten yorulduk. Hayatlarımızı daha hızlı hareket ederek zenginleştirmeyi düşünüyoruz. Bu, çıplak gözle bile görülebilen temel bir hata.
Bilimci amacının keşif yapmak olduğuna inanıyor. Bu hakikatle ilgili pragmatik bir yaklaşım. Sanatçı sanat eseri üretmek için yaşıyor. Herkesin hayatındaki amacı yakalayıp onu yaşaması gerekirken, herkes belli görevlerle yaşıyor, herkes eşitsizliği hissediyor, herkes öbürünü kıskanıyor. Bu zeminde herkes haklı ve eşit haklara sahip; sanatçılar, işçiler, rahipler, çiftçiler, çocuklar, köpekler, erkekler ve kadınlar. Hayatın bu anlamı içimizde gizli kalırsa tökezlemeye başlarız ve hayatın anlamını anlamış olsak ortaya çıkmayacak sorunlar icat ederiz. Bu benim bakışım. En baştan alacak olursak, her şey yerinde kalır. Uygarlığımızın krizi bir orantısızlıktan kaynaklanmıştır. İki kavram arasında uyumsuzluk var; maddi gelişme kavramıyla manevi gelişme kavramı arasında.

Bu Platon’la başlamıştı.

Hayır, çok daha önce. İnsan kendini doğaya ve diğer insanlara karşı korumaya başladığında başladı. Toplumumuz bu kırık fay üzerine gelişti. İnsanlar sevgiyle, dostlukla, manevi bir temas ihtiyacı ile değil, yarar sağlama itkisiyle birbirleri ile ilişki kuruyorlar. Ayakta kalmak için, doğal olarak. Ama ben insan her durumda ayakta kalabilirdi diye düşünüyorum, çünkü insan, hayvan değil. İnsanın doğayla uyum içinde yaşadığı ve hayret verici şeyler yarattığı örnekler biliyoruz. Örneğin Sanskrit dilinde belgelenmiş o Doğu kültürleri, maddi dünya ile manevi dünya arasında bir denge kurmayı başarabilmişlerdir. Hâlâ bu kültürlerin izlerini taşıyoruz, bize uygarlığın bir zamanlar farklı, gerçeğe daha yakın bir yol aldığını anlatıyorlar. Bu uygarlıkların neden silinip gittiği sorulabilir. Öyle görünüyor ki başka kültürler onlara paralel gelişti, birbirlerine karşı birtakım düşmanca duygular beslemeye başladılar ve bu uygarlıklar kendi kavramlarını geliştirme imkânı bulamadılar. Yine de bunun tam sebepleri bilinmiyor.
Her hâlükârda insanın bu dünyaya manen yükselmek amacıyla geldiğini, kötülük dediğimiz şeyi yenmek, kaynağı egotizmde yatan kötülüğü yenmek için geldiğini anlaması lazım. Egotizm, insanın kendi kendisini sevmesinin, sevgi kavramına dair hatalı bir kavrayışı olmasının bir semptomudur. Her şeyin deforme olmasının kaynağı budur. Bilimimizin budalalığı, hataları ve yıkıcı sonuçları, kadınların doğru zamanlarda iktidarı almamalarının değil, insanın manen yüksek seviyeye çıkamamış olmasının sonucudur. İnsanlık manevi değerler doğrultusunda ilerleseydi, bir enerji kaynağı değil manevi bir kaynak arayışına girseydi, o zaman bu konuştuğumuz hiçbir şey gündemimizde olmayacaktı. O zaman insan manevi bir sürecin denetiminde uyum içinde gelişecekti. Manevi sürecin entelektüel süreç gibi böyle bir tek taraflılık yaratabileceğini sanmıyorum. Maneviyat, uyum kavramını içerir zaten. Ne kadar haklı olursanız olsun, başka her şey ikincil önemdedir. Filmlerimde kendinizi göremiyorsanız bu benim yanlış olduğumu kanıtlamaz. Ben resmetmek istediğim kadınlar hakkındaki gerçeği söyledim. Siz beğenmeyebilirsiniz. Yoksa kadınları toplumsal gerçekçi bir anlamda mı resmetmemi isterdiniz?

Bana karşı önyargılısınız.

Yo, yanılıyorsunuz, siz benim hakkımda önyargılısınız. Bence birlikte yaşadığınız erkeğe ‘neden bu kadar aptalsın?’ diye sormalısınız. Sorunun böyle sorulması gerekir.


Şiirsel Sinema – Andrey Tarkovski – Derleyen: John Gianvito – Agora Kitaplığı – S.135-140 [Söyleşiyi yapan: İrena Brenza – 1984]

8 Eylül 2014 Pazartesi

düşüş vol.4

köprünün başındayız ve yine gelmişsiniz. ah, ne kadar da vefalısınız dostum. size böyle hitap edebilir miyim, eski dostum? bu soruyu daha önce de sormuş olabilirim. bu konuşma daha önce de yapılmış olabilir. bir konuşmaya ait olmak zordur. sizi onunla pek hatırlamazlar. geçenlerde biri yol tarifi istedi ama benden, henüz yeni gelmişken. '...... köprüsü' ne nasıl gidebilirim dedi. anlattım. gitti. o an o köprü bana ait oldu, o yolunu buldu. iki dakikada buranın yerlisi yaptı beni ve iki dakikada bana bunu bahşetti. siz, değerli dostumla bu yüzden bugün burada buluşmak istedim. bir yerli gibi başladım o yüzden. önce hitabı sorup sonra sizi soruyorum, nasılsınız bayım?

benim de iyi olduğum söylenebilir. bu nezaket ve sohbetten ötürü. köprüden aşağı yürürken insanlar değişik geliyor bana, size de oluyor mu o? demek istediğim her gün gidişini gördüğünüz birini size gelirken görmek garip oluyor. ya da baloncu'nun elinde hala çocuklar için balon varken görmek, garip geliyor. balonların bu kadar çok olduğuna inanmıyordum mesela. ya da balıkları alıp giden o yeşil gömlekli adam samimi gelmiyordu bana. çalıştığını görmüyordum çünkü. görmediğinizde bazen inanmazsınız. onun gibi. samimiyetinizin artmasını istediğiniz birinden ödünç kalem isteyin ama, sizi daha çok sevecektir ve samimiyeti artacaktır. evet, cidden.

tersten bakınca yaşlanmak aklına geliyor insanın. kaçınılmaz son. birkaç hatıra ve çocuğun size hükmettiği o beyaz yıllar. bugün bundan konuşasım var. köprüyü tarif etmek yaşlandırdı beni. yerliler hep yaşlıdır zaten. bilge kızılderililer gibi. birden fazla kabile di mi onlar, aynı değil? 500'e yakın demek? tahmin etmezdim. hepsi garip dans ediyor ve at üstünde mi yaşıyor? atlar da ispanyolların gelmesinden sonra geldi ama, haklısınız. hepsinde yok. ve bu dahil bütün genellemeler yanlıştır. kesinlikle öyledir bayım. eğer bir kızılderili iseniz ve atınız yoksa kesinlikle genellemeyi hak etmiyorsunuz. genellemeyi hak etmek için yapılması gerekenleri konuşalım bir gün, unutturmayın. ilk sıraya da atlı kızılderilileri yazalım.

dostum, bay K. size sesleniyor sanırım. toplantı mı varmış? yolu henüz yarılamamıştık oysa ki. yaşlılık ve genellemelerden daha sonra devam ederiz o zaman. sonraya kalanlar hep çok oluyor, bunu da ekleyelim genellemelere. ve bayım, kalem istemeyi unutmayın.



Not : bu kadar ara verince, toparlaması zor oluyor. her türlü saçmalık ve gariplik için kalemlerinize sığınıyorum.

Not : zannetmem ama okumak isterseniz öncesini, birincisi burada, ikincisi burada ve üçüncüsü de buradadır.

31 Temmuz 2014 Perşembe

immortality.

uzun geceler güzeldir. aslında geceler uzadıkça güzeldir.

'Acı !' dedi. içine uzun bir 'aah' çektikten ve cigarasını üfledikten sonra. yaklaşık 20 yıl 4 ay ve 11 gün kadar önce. çiğ köftenin bu kadar yaygın olmadığı zamanlardı o zamanlar. o günü görenler ve hala yaşayanlar bilir. ki ölümsüzlük dediğimiz şey, immortality, kolay bir şey değildir. alın kısmı açılmış, kuru kafa olmaya ramak kala ensesine doğru yayılmış bir kaç tel saçı her sabah bu pis ve lanetli aynada görmek, ölümsüzlüğün ne kadar da zor bir şey olduğunu hatırlatır.

yaklaşık 20 yıl 4 ay ve 11 gün kadar önce, cigaranın daha zehirli ve acı ve zor bulunduğu o günlerde insanın canı acı'dan başka her şeyi istiyordu. çünkü sayın okur; acı, insana tahayyül edemeyeceği şeyleri yaptırır. aklınıza ilk gelen ölmek ve öldürmek gibi. kaçmak ve bırakıp gitmek gibi. belki aşık olmak gibi (bu sebep olabilir, emin değilim). yaşayana, bilene, bilmeyene, anlatana, anlatmayana, dilsize, sağır ve kalpsizlere bile. sanırım bu ve'saire'leri burada bitirmek gerek. daha yüce şeyler bulmak gittikçe zorlaşıyor.

- Acı. yüzüme öyle garip bakma. duman gözlerimi yakıyor bazen. sen gözlerini içime diktikçe duman deliniyor. sanki gözlerime zerk ediyorsun onu. bunu yapmayı nasıl öğrendin? dur dur. anlatma şimdi. saat 02.41 olmuş, seni anlayacağımı zannetmem. yaptığın tek şey cigaranı içine çekmek ve üflemek. zaten anlatmazsın da. bak işte, gördün mü? yine güldün. bu sana yakışıyor. kan ve dumandan ne kadar güzel gözüküyor göze. seni benim gözümden görmelerini isterdim. aslında bir çok şey isterdim. sen de ister miydin bunları?

kafasını kaldırdı. elektronik kelepçe ile göz göze geldi. (hızlı çekim yavaş gösterimde düşünün). gözlerini kırptı bir kez. bir fırt daha çekti cigarasından. kahve lekeli, rengi atmış grimsi gömlek. en üst düğme açık. yüzünün bir kısmını örten sakalı ve belirgin elmacık kemikleri. kanlı yeşil gözler. gözükmeyen saçlar. (berbat betimleme bitti.)

- isterdin di mi? ben de öyle düşünüyorum. anlatmayacağını da. hafta sonları yanıma gelmen güzel oluyor ama. tek başına insan bir şeyler yiyemiyor bile. sadece içebiliyor. ( çay, sigara, su, çorba gibi. bazen sınırlandırmak gerek.) sen gelince ben de kendime geliyorum. çenem kapanmıyor. bir de bağzı şeyleri artık öğrenmen gerek. ben sormadan anlatmalısın. ufaklık (torunu) nasıl?



Not. devam etmeyebilir. muhtemelen.

27 Temmuz 2014 Pazar

düşüş vol. 3

merhabalar bayım. yine konuşalım istiyorum, eğer size rahatsızlık vermeyecek isem. daha çok anlaşabileceğimizi düşünüyorum içten içe. siz gittikçe, tek başıma kaldıkça düşünüyorum. burada sizden başka rahatsızlık verdiğim kimse yok. sırf rahatsızlık vermek için bile kimseyi seçemeyebiliyorsunuz. aslında pek bir şeyi seçebildiğimiz de söylenemez. bu daha uzun bir konu ama, nasılsınız?

insan sormayı unutabiliyor bazen, genelde unutuyor çoğu şeyi. bu da onlardan biri sanırım. bir adam tanıdım, yolun yarısına kadar kuru bir kafaya ulaşmıştı. saçını, altındakileri ve üstündekileri çok cömertçe harcayan bir adamdı bu. 15 yılını bir kadın uğruna geçirdi. onu sevmeye çabaladı ve sanırım bunu başardı da. ve sonra neyi başardığını unuttu. gülmeyin bayım, haklısınız aslında dudak kenarlarını kaldıracak bir durum bu. hedefe varmak bayım, sonuca götürür ve bu da sizi mutsuz eder. yani aradığımız şey sonuç değil, sonuca götüren yoldur. ve pardon bayım, bu kez cidden sıkıcı oldum.

günün bu vaktini, özellikle en verimli geçebilecek bu zamanı bana ayırdığınız için pişman etmiyorum umarım sizi. bu zaman kavramı garip. verimlilikle ya da sorumsuzlukla ya da umutlarla özleşebiliyor. umumi bir şeyin özel olması mümkün müdür bayım? yani vaktimi çalıyorsun dediklerinde, ki o vakti kendi ellerine sayıp verseniz bile 'verimli' kullanamazlar o ayrı, aslında onun da bu şeyi yaptığını ve durumların eşit olduğunu fark ediyor mudur? ya da sorumu şöyle sorayım, kendine ve herkese ait bir şeyi sahiplenebilir ya da onu çalabilir misin? gülümsediğinizi görür gibiyim bayım. evet, haklısınız soru biraz saçma oldu. bana vaktimi çalamazsınız gibi geliyor bu yüzden. ve sizinkini de araklamadığımı ya da gasp etmediğimi biliyor gibiyim. evet evet, biliyorum. siz de biliyorsunuz artık.

nerde kalmıştık? ah evet, hatırladım şimdi. yaşlılık bayım, kötü bir şey. imkanınız varken bunu önleyin. önlenebilir bir şey olduğunu duymuştum geçenlerde. siz şemsiyeyi baston niyetine kullanmadığınız sürece, yaşlılık sizin kapınızı çalmaz. ama onu da yanınızdan ayırmayın. eskilerin bile eski tadı olmadığından bahsediyorduk. eskiyen şeyler değer kazanır derler; dostluk, şarap, saat, plak, aşk, kitap, insan ... şarap ve aşk'ın aynı yerde olduğu bazı yerler vardır. dostluk ve saat gibi. bazı şeyleri ayırmak zordur bayım, bilirsiniz. ayrılmak da zordur, köprüye gelemesek de. dün, sizden ayrıldıktan sonra gördüğüm en uzun hikayeyi okudum bir kağıt parçasında. bu yüzden bugünkü sıkıcı ve ruhsuz oluşum. bunu telafi edelim bayım, sizi rahatsız edememek, inanın çoğu insanın sahip olamayacağı şeylerden. ve ben bunu mümkün olduğunca istiyorum, siz de öyle mi?

teşekkürler bayım. bu uzun ve sıkıcı muhabbete katlandığınız için. yarın köprü tarafında görüşelim. tersine akmalı bazen bağzı şeyler.



O cümle şu idi;

Satılık; bebek ayakkabısı; hiç giyilmemiş.
Hemingway.



Not : yürüyüşün ilk günü için buraya, ikinci günü için buraya tık. okumak isterseniz tabii. 

26 Temmuz 2014 Cumartesi

mim: kitap

uzuuuun mim listesinde beni de araya sıkıştırmayı unutmayan Dördüncü Tekil Şahıs'a teşekkür ederim. biraz geciktiğim için de özrü bir borç birilirim.

Ne sıklıkla kitap okursunuz?
- okul zamanında elimden düşürmemeye çalışıyordum kitabı, vakit boşa gitmesin diye. tatil olunca bir rehavet çöktü sanki, duraksadım. mümkün olduğunca okurum diyim de, boşladığımı anlamasınlar. :)) gerçi, yazarın hakkını vererek ne kadar 'oku'yabiliyoruz, orası ayrı.

En sevdiğiniz yazarlar?
- Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, L.N. Tolstoy, Emrah Serbes, Murat Menteş, Alper Canıgüz, F. Kafka, A. Camus, Sabahattin Ali, Necip Fazıl, Sartre ... sanki biri yazmayınca alınacak gibi duruyor. başlıcaları bunlar gibi ama.

En beğendiğin kitaplar?
- Suç ve Ceza
- Gözyaşı Entelektüel Bir Şeydir
- Düşüş
- Metamorfoz
- Herhangi bir Emrah Serbes kitabı. ayıramadım birbirlerinden.
- Ve tabii Murat Menteş'in kitapları da öyle.
- Bir başına
- Bülbülü Öldürmek
- Oğullar ve Rencide Ruhlar
- Cehennem Çiçeği
- Kürk Mantolu Madonna
- Karamazov Kardeşler, Anna Karenina , Savaş ve Barış, Yeraltından Notlar...

Yerli/Yabancı hangi yazarların kitaplarını tercih edersin?
- Üstteki cevapta biraz belli oluyor sanırım bu.

Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi?
- Ramses serisi, Christian Jacq
- Jane Rizzoli ve Maura Isles, Tess Gerritsen kitapları. Cerrah ile başlamıştım bu seriye. sonra gerisi geliyor zaten.
- Alper Canıgüz'ün Alper Kamu'nun dedektiflik maceraları. şu bizim ufaklık var ya, hah işte o.

Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsın?
- Zor soru. Ayırmak zor. Felsefi, psikolojik, realizm, gerilim... klasik kitaplar öncelikli, diğerleri pozitif ayrımcılık sonrası oluşmuş.

En son hangi kitabı okudun?
- Cehennem Çiçeği - Alper Canıgüz

Şu anda hangi kitabı okuyorsun?
- deliduman - Emrah Serbes

Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?
- takip ettiğim bir kaç tane var. işini güzel yapanlar. benim için yeterli ama sizin yeterlilik anlayışınız neleri kapsıyor, ona göre değişir bu soru ve cevap. :)

Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor?
- bu sorunun altından kalkamayacağımı düşünüyorum. bi dostumun da dediği gibi, başladığında bırakamazsın. (eğer okuyorsa selam olsun). bırakılamayan şeyleri ifade ediyor.



Dördüncü Tekil Şahıs bir çok kişiyi mimlediğinden, bize isim kalmadı :))

yapmak isteyen çekinmeden alabilir, üzerine alınabilir bu soruları. biz de okuruz.

buralara yeni katılan iki arkadaş var, onlara göndereyim ben bu mimi. Gri Çerçeve blog'unun sahibeleri. bir süredir yazıyorlar ama blog'u daha yeni açtılar. Buradan da diyeyim bir kez daha, hayırlı olsun.

bir de adettendir, bizim blog'un sakinlerine gelsin :))



25 Temmuz 2014 Cuma

Mim-i Plaza

Sevgili dostumuz Dördüncü Tekil Şahıs'ın başlatmış olduğu mimi bana aktaran cancağızım Bilal Aydın'a buradan selamlarımı yolluyorum. Mime başlıyorum efendim:


-Hayatının en acı olayı ne? Ölüm dışında sana ders veren bir şey yaşadın mı hiç?
+Ders deyince tabii akla hemen kötü anılar, olumsuzluklar geliyor ömür yolunda karşımıza çıkan. Ama ben burada pişmanlıklarımızdan, keşkelerimizden, mutsuz zamanlarımızdan bahsetmek yerine güzelliklerden bahsetmeyi yeğlerim. Ölümün haricinde hayatta aldığım birçok ders olmuştur. Bunlardan en önemlilerinden biri; 'zamana takıntılı bir şahsiyet' olarak onu dolu dolu yaşamayı tam olarak öğrendiğim andır. Tam bir epifani anı.
 
-Yurt dışında görmek istediğin bir yer var mı?
+Elbette. Piramitlere gitmeyi küçüklüğümden beri istemişimdir. Sanırım gizem beni her zaman için etkiliyor.

-Hayatının kitabı ne?
+Tek bir kitap ismi söylemem pek doğru değil ama Marcel Proust-Kayıp zamanın izinde son zamanlardaki en çok beğendiğim kitap diyebilirim.

-Koleksiyonun var mı? Varsa ne?
+Profesyonel anlamda olmasa da etraftan topladığım National Geographic 1969-71-85 serileri var elimde. Pek önemsenecek bir koleksiyon değil. Elli yıl sonra belki. :) 

-Hangi enstrüman olmak isterdin? 
+Erhu. Uzak doğuluların müziğini pek severim. Huzur dolu.


17 Temmuz 2014 Perşembe

vol. 2

Merhabalar bayım tekrar. Bekletmedim sizi değil mi? Siz de mi yeni geldiniz. Bu güzel haber işte. Bekletmeyi sevmem, insanların işlerini benim için bırakıp, benden önce gelmelerine alışamadım. Alışılacak bir şey gibi de değil. Beklenti, insanı yoruyor bayım, siz de farkındasınız bunun. Basitçe örnekleyecek olursak, şapkayı düşürmemenizi söylemiştim size. Ve siz, benim bunu beklediğim için bunu kendinize yüklediniz değil mi? Evet di mi. Bunun gibi işte. Ayrıca, şapkanızı beğendiğimi tekrar söylemeden edemeyeceğim. Sizi şapkanızdan tanıyorum artık. Buralarda bir yerde ( kafasının bir kısmını gösteriyor sağ elinin işaret parmağıyla) şapkalı adam olarak yer edindiniz. Ve bunun dünkü köprüye kadar olan sohbetle yakından alakası var. Yavaş yürüyecektik, ne iyi oldu hatırlattığınız. Yoksa ben aldım hızımı gidiyordum.

Ne diyorduk bayım? Beklenti mi? Ah, evet. Siz de bir beklenti için buradasınız mesela. Ya da az önceki girişten dolayı öyle bir etki oldu. Mühim değil, bu olağan bir şey. İki bordorline hastasına aynı gün maruz kalan doktorun, iki hastanın birbirini tamamladığını, evde menemenin soğanını kesmeden önce çıkardığı zarında fark ettiği gibi olağan ve menemeni yerken anlaması kadar doğal bir durum bu. Ve göz doktoruna giden astigmatlı bir hastanın aslında göz kuruluğu çekmesi ve gözlükle kendisini bağdaştıramaması kadar da bilinen bir şey. Bunu nerden mi çıkardım? Az önce solumuzdan geçen bayanın mavi gözlerini ovuşturmasından çıkardım. Ve bu, o Baron'un çıkarımları kadar gelecek vaat eden bir çıkarım olmadı. Sizin de mi gözlüğünüz vardı? Çerçevesinin değişimi için bıraktınız ve alamadınız daha. Anladım sizin bugünkü gerginliğinizin nedenini. Yani sağ elinizdeki şemsiyenin her adımınızda yere öyle sert vurmasını es geçemezdim öyle değil mi? Ne çok soru sordum size bugün. Bağışlayın.

Bütün renkler gözlüklerle alakalı, ve çerçeveleriyle. Ben sizi anlayacak durumda değilim maalesef. Gözlüğümü değiştirmek için beklememiştim bu kadar. Sanırım bu saçma olurdu bir bakıma, benim için. Anladınız sanırım, sevindim buna. Sizin, daha doğrusu aynı ofiste çalıştığınız ve amaçları sadece para kazanmak olan o insanların sıradışı ya da saçma bulduğu şeylerden biri, gülleri koparmayıp hediye edeceği kişi için saksı ve dikenleriyle beraber büyütülmesi, gülün de koparmadan götürülmesi olunca, hatta bazen gün batımında seyri için çağrılması da eklenince buna, saçma geliyor size. Ya da bu cünlenin herhangi bir ögesinden kaynaklanan br basıklık var, emin değilim. Sonuçta her kasım ayının her perşembesi yeni şeyler olmasını bekliyor insan. Ve buna her şubat ayının salı günleri ve temmuz pazarları da ekleniyor.

Köprüye kadar gelemedik bugün bayım, sizi gözlüğünüzü alacağınız yerde bırakmak istedim. Siz gergin olunca ben de etkileniyorum bundan, olur olmadık şeyler açıyor çenemi. Gözlüklü, şapkalı ve sakin bir şemsiyeli bir günde tekrar buluşmak dileğiyle o zaman. Ve bayım, bu listeye aralık ayının her kar gününü de ekleyin. Çünkü beyaz, şapkanızı ve sizi ferahlatır.


Not: şapka ve vol.1 için buraya tık.
Not 2: eğer devamını okumak isterseniz, buraya tık.

15 Temmuz 2014 Salı

Plaza mimi.

Dördüncü Tekil Şahıs'a beni de mimlediği için teşekkür ederim. mimin miadı dolmadan yapayım dedim. gelelim cevaplaraa...

Blog ismin neden bu? özel bir anlamı var mı ki?
Gece Denemeleri; Genelde yazmak için gece vaktini, gün ışığının olmadığı vakti seçerim. Paylaştıklarımın da öyle bir sınıfa girecek edebi bir şeysi olmadığını düşündüğüm için de deneme diye nitelendirdim. Sonunda da böyle bir şey çıktı ortaya.

Gece Düşerken; Fecr'e kadar olan vakit karanlığı, derinliği, sakinliği ve bunun gibi bir çok şeyi içinde barındırdığı için fecr düşmeden ondan bir şeyler kapmaya çalışırım. Böyle bir ilham kaynağını da es geçmek, isimsiz bırakmak istemedim.

Hayatının en acı olayı ne? Ölüm dışında sana ders veren bir şey yaşadın mı hiç?
Yaşayıp ders çıkardığım olaylar oldu, iyi kötü atlattık onları. Fakat, ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ki?

Yurt dışında görmek istediğin bir yer var mı?
daha çok yol nereye ben oraya  tarzında düşündüğüm için pek fazla yer adı söyleyemeyeceğim. Bunun yerine sizi mimin geldiği yere yönlendireyim, onları listeye ekledim de. :))

Hayatının kitabı ne?
Bir başına - Anthony Storr derim, Dinle Küçük Adam darılır. Deliliğe Övgü derim Yabancı darılır. en iyisi Suç ve Ceza diyeyim, iş tatlıya bağlansın.

Koleksiyonun var mı? varsa ne?
Hep olmasını istemişimdir, olanlara da çok özenirim ama bir türlü yapamadım. olursa haber ederim.

Hangi enstrüman olmak isterdin?
bağlama, ney, kanun, ud.. sıraya göre, ilki daha çok.


mimlediklerime gelince. bu mimi yapmayan pek kalmadı sanırım. ben yine kısır döngü yapıp bizim blog'un diğer sakinlerine yönlendireyim. olur mu kardeşlerim, ne dersiniz bu işe?


Mim : 5

Beyaz Gemi blogunun sahibi Şenay'a çok teşekkür ederim. biraz geciktim mimi yapmakta. affola..

Aşk.

önlerinde yoğun bir sisi hapsettikleri uzun ince bardaklara; yeterince uzun ve yeterince susarak bakan iki adamın yüzünde aynı anda büyüyen bir gülümseme görürseniz, bilin ki bunun sebebi ya geçmişteki bir kadının ürpertisi ya da bu uzun ve sıkıcı cümlenin yedi, sekiz ve dokuzuncu kelimelerine dair bir şeydir.

Hayat.

önlerinde yoğun bir sisi hapsettikleri uzun ince bardaklara; yeterince uzun ve yeterince susarak bakan iki adamın yüzünde aynı anda büyüyen bir gülümseme görürseniz, bilin ki bunun sebebi ya geçmişteki bir kadının ürpertisi ya da bu uzun ve sıkıcı cümlenin yedi, sekiz ve dokuzuncu kelimelerine dair bir şeydir.

Umut.

önlerinde yoğun bir sisi hapsettikleri uzun ince bardaklara; yeterince uzun ve yeterince susarak bakan iki adamın yüzünde aynı anda büyüyen bir gülümseme görürseniz, bilin ki bunun sebebi ya geçmişteki bir kadının ürpertisi ya da bu uzun ve sıkıcı cümlenin yedi, sekiz ve dokuzuncu kelimelerine dair bir şeydir.

Acı.

önlerinde yoğun bir sisi hapsettikleri uzun ince bardaklara; yeterince uzun ve yeterince susarak bakan iki adamın yüzünde aynı anda büyüyen bir gülümseme görürseniz, bilin ki bunun sebebi ya geçmişteki bir kadının ürpertisi ya da bu uzun ve sıkıcı cümlenin yedi, sekiz ve dokuzuncu kelimelerine dair bir şeydir.

Gülmek.

önlerinde yoğun bir sisi hapsettikleri uzun ince bardaklara; yeterince uzun ve yeterince susarak bakan iki adamın yüzünde aynı anda büyüyen bir gülümseme görürseniz, bilin ki bunun sebebi ya geçmişteki bir kadının ürpertisi ya da bu uzun ve sıkıcı cümlenin yedi, sekiz ve dokuzuncu kelimelerine dair bir şeydir.

(biraz farklılık yaptım. mimin geldiği yerdeki yazılar çıtayı çok yükseltince, mecburi değişiklik oldu. umarım beğenirsiniz.)

12 Temmuz 2014 Cumartesi

öhöm öhöm.

Merhabalar pek değerli misafirlerimiz. Dostlarımız bizlere bir mim göndermişler, yapmamızı istemişler. Adet yerini bulsun demişler. Bize de yerine getirmek düşer tabii, her ne kadar zamanlama olarak geç kalmış olsak da. Dileriz ki, affederler. İlk defa bir mim ile karşı karşıya olan bu aceminin eğer bir hatası olursa, umulur ki anlayış gösterilir. Haydi başlayalım...

-En çok kırıldığın/incindiğin kelime?
+ Hayat mottom gereği, insanların konuşurken, yazarken, düşünürken karşısındakilerle -ve de kendisiyle- olabildiğince saydam olması gerektiğine inanırım. Tabii bunu uygulamak oldukça zor olabiliyor günlük yaşamda. Bunun yerine bayağı, samimiyetsiz sözler alıyor. İçeriği her ne olursa olsun, hangi kelimenin ardında samimiyet yoksa o kelime beni incitir, kırar.

-Herkesin kullandığı bir kelime olur. Ama senin için bir insan olur. O özel insan o kelimeyi kullanınca alınırsın. Ne düşünüyorsun?
+Düşüncelerimden ziyade duygularımdan bahsetmek gerekirse, büyük bir enkaz hissiyatı oluşur içimde. Böyle 5 katlı bir binanın bir anda yıkılması gibi.

-Seni en çok duygulandıran şarkı?
+ Birçok şarkı var açıkçası. Müzik türlerine göre kategorize edip açıklamak isterim aslında ama şimdilik tek cevap vermek gerekirse; Ben de özledim- Dağılma.
http://www.youtube.com/watch?v=ZKuF5ElELgU

-Daha önce seni bırakan biri geldi. Senden bir şans istedi sen de o şansı verdin. Ama buna rağmen yine bırakıp gitti.Şimdi yine pişman, ne yaparsın?
+Kelimelerimi kullanırken cimri davranırım sadece. Yeterli bence.

-Nefret mi Aşk mı?
+Ambivalans diyor buna mistır fıroyd amcamız bizim yerimize. Bir çubuğun iki ucu. Birbirlerine zıt gözüken ama aynı maddeden..

-Birinin kalbini kırdığında gönlünü nasıl alırsın?
+Zor soru bu. :) Altından kalkamam. Pas diyorum.

-Nasıl ağlarsın, bağırarak mı içine atarak mı?
+Genelde içe kavisli.

-En korktuğun şey?
+Boşlukta kalan sorulara sahip olmak.

-Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin, kendini nasıl sakinleştirirsin?
+Yalnız başıma dışarı çıkar, ufak bir yürüyüş yaparım yeşilliğin koynunda. Bunun üstüne daha  iyi bir reçete tanımam.

-Bazen kızılmasından hoşlanırsın. Peki en çok ne için kızılmasından hoşlanırsın?
+Kızgınlık öfkedir bence. Öfkenin dışa vurumu her zaman için iyidir aslında bana kalırsa. Düdüklü tencereye benzetirim ben insanları. Öfke de iç basıncın düşmesi oluyor bu durumda basitçe. Ama en çok sessizliğe gömülmüş kimselerin kızmasından hoşlanırım, bilirim ki sonunda o kişi rahatlayacaktır.

-Şiir/müzik/öykü/deneme?
+All of them.

-En son ne için ağladın?
+Sevdiklerime üzüldüğüm için.

-Birinde hemen etkilendiğin özellik?
+Derin sessizliği. Sessiz insanlar, dalgın insanlar beni her zaman için etkilemiştir.

-Dayanamadığın şey?
+Zamanın hunharca öldürülmesi. Bu konuda saplantılı olduğum bile söylenebilir.

-En sevdiğin duygu?
+Çok klişe bir cevap olacak ama sevgi. Sonuçta evren bunun üzerine kuruldu. Bu günlerde pek göremesek de kendisini sofrada tabağı hep hazırdır.

Eveeet. Pek sevdim ben bu mim şeysini. :) Mimleyenlere de, okuyanlara da kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. İyi bakın kendinize. :)

11 Temmuz 2014 Cuma

ODI ET AMO: Sevdiklerimizden Nefret Etme Üzerine

....
Normalde ( genellik 'normalliğin' kanıtıysa da) karşıtdeğerlilik bilhassa takıntılı nevrotik durumlarda kendisini gösterir ve Freud karşıtdeğerliliğin betimsel resmini klasik takıntılı nevrotiğin yani Fare adamın hanım aşığıyla yaşadığı durumu anlatan hikayeyle sunar: " Fare adam, kadının ayrıldığı gün, caddede bulunan bir kayaya tekme atarak onu yol kenarına itme zorunluluğunu hissetti, zira kadını taşıyan araba birkaç saat içinde aynı yoldan geçecekti, kadın da bu taştan ötürü bir acı yaşayabilir diye düşündü ancak birkaç saat sonra bu fikir ona saçma geldi ve geri giderek taşı tekrar yolun ortasına koyma zorunluluğunu hissetti." ( İnsan fare adamın ilk düşüncesini yani sevdiği kadına zarar verme olasılığına ilişkin düşünceyi merak ediyor. Koruyucu maskesine rağmen, insan merak ediyor: Nereden geliyor bu düşünce?) ....
(Gözyaşı Entelektüel Bir Şeydir/Odi et amo: Sevdiklerimizden nefret etme üzerine)

Nefret ediyorum ve seviyorum, bunu nasıl becerdiğimi sorarsın belki
Ama bilmiyorum, sadece böyle olduğunu biliyorum ve çok acı çekiyorum.
Catullus.

Kim karıma karşı bazen soğuk bazen de sevgi dolu görünüyor olmamı,
yalandan birer tavır olarak görürse, aptaldır.
Monteigne.

Sevgin ve nefretin söküp atmasın diye beni,
Yaşamama izin ver, ah, sev ve nefret et benden.
John Donne

10 Temmuz 2014 Perşembe

Mim : Dikkat duyguların ortaya çıkabilir!

Blog'a ilgilerini ve yorumlarını esirgemeyen Şenay Benderli ve Şeyma Tanış'a mimlediklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum.

En çok kırıldığın/incindiğin kelime?
- Aklımın takıldığı ya da öneri almak istediğim bir şey hakkında karşımdakine önemli olduğunu düşünüp sormuşsam ve 'sen bilirsin' demişse kırgınlığım olur ona karşı az biraz.

Herkesin kullandığı bir kelime olur. Ama senin için bir insan olur. O özel insan o kelimeyi kullanınca alınırsın. Ne düşünüyorsun?
- bir önceki cevap bunu da kapsıyor sanırım.

Seni en çok duygulandıran şarkı?
- Neşet Ertaş diyim ben, siz gerisini tamamlayın.

Daha önce seni bırakan biri geldi. Senden bir şans istedi sen de o şansı verdin. Ama buna rağmen yine bırakıp gitti.Şimdi yine pişman, ne yaparsın?
- biliyorum bu fıkrayı. :D

Nefret mi Aşk mı?
- ikisi de. çünkü beraber yürürler.

Birinin kalbini kırdığında gönlünü nasıl alırsın?
- Özür dilerim. o davranışımın nedenini açıklarım, açıklamaya çalışırım elimden geldiğince. hatalı olduğumu kabul ederim. sonra başka yapabileceklerimi düşünürüm, olabildiğince çabuk durumu düzeltmeye çalışırım.

Nasıl ağlarsın, bağırarak mı içine atarak mı?
- rahatlayacak şekilde. eğer bu beni rahatlatacaksa tabii.

En korktuğun şey?
- Alzheimer. nerden tanımladın bu hastalığı be Alois.

Ruhun sıkıldığında ne yapmayı seversin, kendini nasıl sakinleştirirsin?
- o zamanlara sakladığım bir kaç müzik var. sonra kitaplar var, kağıt-kalem var. uyku var. yol çok, seç beğen al. :)

Bazen kızılmasından hoşlanırsın. Peki en çok ne için kızılmasından hoşlanırsın?
- pek hoşlandığım söylenemez alsında. sevdiğim biriyle uğraşıyorsam kızılması güzel olabiliyor bazen. :D

Şiir/müzik/öykü/deneme?
- müzik - öykü - deneme - şiir.

En son ne için ağladın?
- Hatırlamıyorum, hatırlasam da buraya yazacağımdan emin değilim. :)

Birinde hemen etkilendiğin özellik?
- Hemen etkilenmek değil de, konuşmasına dikkat ederim. mesela seçtiği kelimelere.

Dayanamadığın şey?
- yanlış anlaşılmak elbette. bir de acelecilik. ne olur azcık sakin olunsa.

En sevdiğin duygu?
- sakinliği kapsayan her şey, yani duygu kısmını.


eey bizim blog'un sakinleri, kardeşlerim, tanışma isteyen vardı geçenlerde bi tane. onu yerine getireyim bu fırsatta. siz de alın birer dal, aynı mimden 3 tane olsun, senden benden bizden olsun. hadi bakalım, görelim sizleri de. :)
( okuyacaklarından bile emin değilim. :D )



düşüş

- gelmişsin yine azizim. Beklemiyordum aslında seni bugün, gelmez diyordum. Dünkü o bayık konuşmamdan sonra bugün köprüye kadar öylesine yürürüm diyordum, yanılttın beni tekrar. Nasılsın, iyisin değil mi? Burdan bakınca kendindeymişsin gibi duruyor. Burdan bakınca her şey sıcak duruyor. Flu moda bugünlerde, bende bir terslik var sanki  her şey güzel geliyor gözüme. Üstümdeki şu yamalı ceket bile köprüye kadar güzel duracak hatta, bu köprüde bişey var. Senin şapkan da güzelmiş, nerden aldın? Hmm, otelin ordaki dükkandan olduğunu bilmeliydim aslında. Dikkatsizliğim için kusura bakmayın dostum. Eski dostum. eski dedim diye alınmadınız değil mi? Güzel olan her şey eskidir, eskimeye mahkumdur. Tıpkı şu köprü gibi. Dost kelimesi yenilik değil geçmiş ifade eder, geçmişe saygı göstermek gerekir. Katılıyorsunuz bana, ne güzel teşekkür ederim eski dostum.

- nerde kalmıştık? Sana yağının toplumun gelişmesi üzerindeki etkisi mi? Onu daha sonra mı konuşalım? Nasıl isterseniz. Aslında boşluktan bahsedebiliriz, şu köprüdeki gibi. Geçenlerde fikirlerle ilgili konuşuyordu birisi, köprünün girişinde. Bembeyaz fikirlerim olsa, ayaklarım yerine kanatlarım olurdu, diyordu. Altında tabure vardı adamın, kanatları yoktu. Dinleyen ve yoldan geçenlerde de yoktu. Aslında adamı dinleyen de yoktu. Sadece beyaza yakın bir şapkası vardı, aynı sizinki gibi. Kitap mı? Hayır, sanki daha çok ezbere konuşuyordu. Daha önce böyle bir konuşmayı yapmış gibi işte. Ya da dinleyenleri umursamadan hitap ediyordu boşluğa. Kanatları boşluktaydı, gözükmüyordu. Fikirleri gibi. Onu dinleyen kalabalık gibi.

- ah eski dostum, ne hızlı yürüyoruz. Benden sıkıldınız tabii. Siz de haklısınız. Beyaz şapkalı adamı bile dinleyen yoktu, siz yine bana iyi katlandınız. Yarın daha yavaş yürüyelim, olur mu? Sizinle konuşmak iyi geliyor. Anlaştığımıza sevindim. Köprüye geldik yine. Etraf flu oldu. Sizin otel de gözüküyor. Aynı saatte diyelim o zaman. Sağlıcakla kalın eski dostum, şapkayı düşürmeyin sakın.

Not: beğendiyseniz, devamı için buraya bir tık.

30 Haziran 2014 Pazartesi

başlık kalkmadı mı daha yahu?

başlık komik değil biliyorum, o bir sistem eleştirisi naçizane. gidişat güzel blog çerçevesinde. bu yazdıklarımı dikkate almanıza da gerek yok, zira ben buraya sadece boynuzun kulağı geçtiğini söylemeğe geldim. evet, k yumuşayınca y değil ğ olur. kaldırmışlar mıydı bu kuralı yoksa ya? yoksa böyle bir kural hiç olmadı da ben american mustiff grisi saçları ile otogarda bilet satın almağa (ahahah çok eğlenceli bir kullanım yahu) çalışan istanbul beyfendisinin pronansieyşınından etkilenip öyle mi yazdım? bu arada yanlış olmasın, boyunuz değil, zira hayatta yiyeceğiniz boynuzların getirisini siz alacaksınız heybelerinize. heybe yola refere olsun, neşet ertaş'ın da ruhu şad.

yazmayı ne özlemişim be arkadaş.

şimdi siz bilirsiniz mutlaka da bazı adamlar çıkacak ve diyecekler ki, aga o yumuşama zaten,  infilekşınıl değil ki yani öyle yazamazsın falan filan. aldırmayın onlara, yanlış olduğunu biz de biliyoruz, ben hayatım boyunca bu preskripşın grammaryan mantığı ve destekçilerinden nefret ettim. siz de edin. bunların mantığı ta, nacht der langen messer'a (night of the long knives) kadar uzanır, hele ki o kristallnacht olaylarında bile bunları tartışmış zalımlar. gavrilo princip falan o zamanlar hasipte tabii. aslında olmayabilir de. ne zaman ölüyordu o adam 20 yılda mıydı? evet adam kendi başlattığı savaşın sonunu görüyor çok ilginç. görmemiş olabilir de tabii tam hatırlayamadım bakın da beni de aydınlatın. konu dağılmasın, yani diyeceğim o ki bu herifler bu mantıkta. millet kırılıyor bunlar hala yanlış yazdın da yanlış yazdın. böyle olmayın. okusun ve yazsın. yardımcı olun, engel değil.

ben size ne diyeceğim bakın, kafanızda bir problem varsa girin october suprise ya da ne bileyim şu  schutzstaffel'i falan araştırın, geçer. bilen abiler ablalar  vardır tabii bunları ama siz anladınız tabii benim ne demeğe ( :D) kotardığımı. sonra nazlı ılıcak gibi ablalar çıkıp koskoca kafka'ya fransız diyemesinler. demeyelim.

esenlikler dilerim, gelirim yine ben.

olm bilo tanıştırsana ablalar ve abiler ile bizi ayıp la? :)

27 Haziran 2014 Cuma

Gülümseyin, Çekiyorum.

İhtiyar eline köşeleri yıpranmış, jelatini de yırtılmaya başlamış albümü aldı. Ali'yi de aldı kucağına. yerleşti iyice Ali. İhtiyar ara sıra böyle yapardı. Çocuklar öğrensin geçmişi, insanları, dostlarımızı diye paşa köşkünde her şeyi anlatırdı. bugün sıra Ali'de idi. "Hadi bakalım, seç bir tane" dedi. Ufaklık aldı, birkaç sayfa çevirdi, piknik zamanı olduğu için, ertesi gün pikniğe gideceklerini bildiği için piknikte çekildiğini gördüğü ilk fotoğrafı seçti. İhtiyar tamam dedi, başladı anlatmaya.

- Şu sağ köşede olan Hasan abi. Manavı vardı. Ev almak için bi kooperatife girmişti. 4 yıl sonra sıra geldi. Taksitleri daha rahat ödemek için alternatif işlere girişti. Dükkanı oğluna bırakıp sucuk alıp sattı, arabasını kiraladı, mahallenin taksi şoförlüğünü yaptı bikaç sefer. 6 yıılda ödedi tüm taksitleri. Taksitleri bitirdiği gün deprem oldu, evi yıkıldı. Kendisi de öyle. Tek yumrukta nakavt. Saçları siyahmış o zamanlar, görüyor musun? Bu sıra beklerkendi daha. Sen yoktun. Manav Hasan vardı, o da şimdi yok. Depremden sonra atasının diyarına göçtü, Urfa'ya. Bu bayramda gidelim diyoruz oraya, iki sene önce görüştük en son.

- Bak bu Münevver Teyzen.( fotoğrafın ortasındaki gözlüklü bayanı gösteriyor.) küçükken pilot olacam ben diyordun habire, o da sana uçak alıp gelmişti. Bikaç sene uçak teyze dedin ona. onun da hoşuna giderdi, peltekçe söylemen. Onun yanındaki Manav Hasan'ın eşi.

arkada salıncakta sallanan çocuk, onu iteleyen abisi. salıncak iki ağacın arasında, her piknikte olduğu gibi. diğer büyük ağacın altında hasırlar, kilimler, gülüşme sesleri. Adam bunları hatırlıyor olacak ki dalıp gidiyordu fotoğrafa ara sıra. birde gayriihtiyari gülümsüyor, baksana.

- Burda annen var (sol köşede, üstte), onun önünde oturan ablan. Ne kadar da küçükmüş, Nasıl da geçiyor günler, hey gidi heyy.. enişten yok tabi o zamanlar, onun fotoğrafı diğer albümlerin birinde. bir ara ona da bakarız. yanındakiler Ayla (Münevver'in kızı), Kenan ve Turgut ( Manav'ın çocukları). en önde uzanan ise Rıfat Amcan. şu hep gülen var ya, burda da muziplik peşinde. böyle kurtulabiliyor dertlerinden. evine haciz gelmişti o zamanlarda. kredi borcuna kefil olmuştu, borç onun yakasına yapıştı. çalıştığı firma iflas etti, iş bulamadı falan. uzun hikaye, onu başka bir zaman anlatırım. sen de öğreneceksin biraz daha büyüyünce, onun neden bu kadar güldüğünü.

gayriihtiyari gülümseyen ihtiyar, duraksadı. bir hatırada önce gülmek sonra oturup kalmak öylece. olağan şey bu. her eski fotoğraftan sonra kısa bir süre etkisi altına alır insanı bu hal.  Anın yakalandığı o zamana döner, herkes gelir, gülümser, sonra yine eski hallerinde devam ederler. insanları güldürmek ne kadar kolay değil mi? Başkalarına hep iyi gözükmek, öyle hatırlanmak ne kadar kolay. bir flaş patlaması kadar süren mutluluk. bir ömür öyle hatırlanmak, güler yüzlü.

nasıl olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. bizim ihtiyar da biliyordu. fotoğraf bir anda canlandı gözünde, renklendi. Hasan, Rıfat, Hanım hepsi yerlerini aldı. Bizim ihtiyara yine güldürmek düştü;

- Gülümseyin, çekiyorum!

- Peeyniiiiiiiir. (tabii, hep bir ağızdan.)

18 Haziran 2014 Çarşamba

Mim: Pencere

Şenay'a teşekkür ediyorum.

"Blog başından kalkıp pencereyi açıyoruz veya balkona ya da bahçeye veya sokağa çıkıyoruz. Dışarı bakıyoruz. Gözümüze ilk görünen kişiyi inceliyoruz. Cinsiyetini ve üzerindeki giysiyi yazıyoruz, ne yaptığına bakıyoruz."

Kaan kapıyı açtı, dışarı çıktı. lambanın hareket sensörü bozulmuştu geçenlerde, o yüzden merdivenler aydınlanmadı. duvarla toprağın birleştiği yerde kendine ait bir yer de yapmıştı. ışık almıyordu ama ışıktan gelenleri iyi seçebiliyordu. solunda kiraz ağacı vardı, az ilerde de sokak lambası. cigarasını çıkardı, ateşledi. hem taşra olduğundan hem de vakit geç olduğundan mahalde pek kişi gözükmüyor. dur biraz, tıkırtı var. 

köşeden bizim muhitin akıllısı geliyor. deli demek gelmiyor içimden, zira herkese selam veren, ailesine elinden geldiğince yardım eden birisine bu şeyi diyemem. kendi kendine sürekli konuştuğundan olsa gerek, böyle biliyordu herkes onu. gene konuşa konuşa geliyordu sokağın başından. üstünde kendine bol gelen ceket, içinde düğmelerinin birisi kaymış bir gömlek, siyah pantolon ve tozlanmış bir ayakkabı. saçları da biraz dağınık.

- geç kaldım eve. anam yatmış mıdır acaba?
- yattıysa kızcak bana, uyandırdım yine.
- iki sigara içcez diye. (sigaraya para vermez, yanındakiler içerken ona da uzatırlar.)
- her gün bi daha yapmayacam diyom gene de yapıyom.

cigara içmesin de ne yapsın? her gün çarşıya gider gelir sürekli. sıçraya sıçraya yürür. bi su götürür, bi ekmek. evdekiler eline listeyi verir, marketteki elemanlar hallederler hepsini, o da taşır sürekli. 

- iyi geceler Mevlüt.
- sana da.
- gelsene buraya bi.

Mevlüt geldi, sigarasını aldı, eve yetişecem diye de hızlı hızlı gitti.

bizim akıllı bütün dertlerinden kurtulmak için iki yol bulmuş. birisi konuşmak. hiç durmadan konuşur, anlatır sürekli. kimse dinlemese de anlatır. sen en son ne zaman kurtuldun dertlerinden?

Kaan kalktı yavaşça. bi kiraz kopardı daldan. ağzının tadı değişmesi için. sonra da karanlık merdivenlerden yukarı çıktı. anlatıp anlatmayacağını, konuşup konuşmayacağını düşünüyor.  bi değişiklik olursa haber ederiz size de. 


(mim biraz değişti. idare edin artık. :) geldiği yerdeki yazı çok güzel olunca, ben de onun izinden gideyim istedim. öyle yazayım derken böyle bir şey çıktı ortaya, affola. :) )

9 Haziran 2014 Pazartesi

çıkarım yapma sanatı.

- Ne diyorsun sen böyle?
- Duydun işte, ne diye sorup duruyorsun daha?

Sakin kalmaya çalışıyordu ikisi de. Beyaz tenli olanı, üstünde haki renginde ceket ve cafenin ışığında sağ yanağındaki gamzenin ucundaki sıyrığın belli olduğu kişi sanırım karşısındakine bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Elindeki bardağı yavaşça masaya bırakırken, gözleri dalmaya meyilleniyordu. Karşısındakine değil sayın okur, kavgaya dönüşecek bir muhabbet değil bu. Önündekini, gözünün önüne geleni dikkatle izler ama onu görmez ya, ondan bahsediyorum. Öyle bir havaya bürünmüştü ki gözleri, cigaraların dumanı içinde samimilikten başka bir şey anlaşılmıyordu.

Buğday tenli olan çocuksa zannımca üşüyordu . Ya da sinirsel sorunları yüzünden titreme nöbetine girecekti birazdan. Çayın tazelemesi geçmişti, içi üşümüş de olabilir. Ya da bir anlık fizyolojik tepkime sonucu soğuktan ürperdiği izlenimi de vermiş olabilir bize.

Önlerinde birkaç defter vardı, ceketli olanın önündeki açıktı. Kalem de vardı yanında, arada notlar alıyordu demekki. Ayağında tik vardı, hızlıca hareket ediyordu. Bir yandanda sabırsızlanıyordu yeni şeyler için.

- Sen şimdi bütün bunların aslında kağıtlarla alakası olduğunu söylüyorsun öyle mi?

Titremesi ya da üşümesi, her neyse artık o, geçmişti. Bir şekilde devam etmesini bekliyordu sohbetin.

- Hayır, aslında her şeyin kalemle başladığını, kalem sonucundaki ihtiyacın kağıt olduğunu ve bu durumun seni bu hale soktuğunu söylüyorum. Ne kadar anlamak istemesen de bu yaptıklarının, yazdıklarının bir değeri yok. Etrafındaki (kafedeki) insanlara bir bak. Kaçı bu kömür, odun parçalarına değer veriyor?

Bu gözlerin, bu hiddetin ve sakinliğin sadece samimiyetten olduğunu, onun başka kimseyle böyle konuşmayacağını biliyordu. Gene de duymak ağır gelmişti bunları. Boşa geçen bir kaç senenin ardından kaleme sarılmıştı ama onunla da ilgilenen yoktu. Kendisi için devam ettirdiğini söylese de, geçiştirse de kendini, şimdi o haklıydı.

-  Onlara değer vermezlerse kendilerine de bir anlam veremiyorlardır. Ne yani, ben onların istediği şeylere mi değer vereceğim, bu zorunluluk ne böyle? Sanki sen okumuyorsun, sabahlamıyorsun kitap başında. Daha geçen hafta sahafın yolunu tutmak için evdeki minderleri satmadın mı? Kardeşine kitap parası göndermek için 3 hafta milletin ağız kokusunu çekmedin mi? Daha fazla saydırma şimdi bana bunları.

Cidden saydırmadı. Bazen böğrüne bi şey oturmuşçasına kalırsın ya öyle, o da kaldı işte orada. Göz ucuyla baktı bir kez, sonra geri eğdi kafasını. İçi yanmaya başladı. soğuğun tesiri falan kalmadı. gözleri de yanıyordu, cigara dumanından olsa gerek, az biraz da kızarmıştı. tabi bunlar sadece dışardan gördüklerimiz, kendi yüklediğimiz anlamlar.

Aslında orada ne kitap var, ne soğuk, ne de çay. Böyle bir muhabbet de hiç olmadı, olamaz da. Orada senin çıkarmak istediklerinden başka bir şey yok. Konu çıkarım yapmak olunca, bizden iyisi de pek yok gibi, ne dersin?

8 Haziran 2014 Pazar

geçmek. geçiştirmek. bırakıp gitmek hatta apaçık. bunlara uymayan bir kavram yok. ama soru şurada başlıyor; bu en çok neye/kime yakışıyor?

Mim : Mor

Şenay'a mim için çok teşekkür ederim. Mim yapmaya alıştırdı, sağ olsun. :)

En çok sevdiğin yönün nedir?
- unutmak. bazen çok şikayetçi olsam da bundan, çok işime yaramıyor da değil. geçmişe takılmıyorum bundan dolayı.

Sen hiç yağmurun altında ağladın mı?
- hayır. yağmura kendini karıştırmak manidar olsa da yapmadım bunu.

Diyelim ki sana 3 dilek hakkı tanındı. Ama sadece insanları değiştirebileceksin. Neleri, kimleri ya da hangi özellikleri değiştirdin?
- insanların anlayış sahibi olmalarını isterdim.anlamadan, dinlemeden çoğu insan birbirini kırıyor. bu böyle devam etmemeli.
- parayı kaldırırdım. çok dertli bir kağıt parçası. çok zararlı. :)
- bir de saygı diye bir şey var. insana/fikirlerine saygı göstermek ve onları kendi istediğin hale getirmeye çalışmamak. bununla çok karşılaştığım için saygıyı öğretmek, böyle durumları ortadan kaldırmak isterdim.

Sen hiç yaz yağmurunda denize girdin mi?
- hayır. kırsal kesimde yaşıyorum. pek fazla gezme imkanım olmadı. deniz varken de yağmur yoktu. :)

Yaşadığın en gülünç durum nedir?
- gün içindeki anlık şeyler dışında pek hatırlamıyorum. ama bu aralar staj işlerinden dolayı biraz gülünç haldeyiz. insanın şekli şemali değişiyor ya, çok garip oluyorsun bi süre. :))

Kendine ünlüler dünyasından bir eş ya da sevgili seçebilseydin, kimi seçerdin?
- Arkadaş seçemiyor muyuz? Pek takip etmem isimleri, ünlüleri. daha çok karakterler kalır aklımda. o yüzden Irene Adler olabilir.

Hayatın bir film olsa hangi aktör ya da artist oynamasını isterdin?
- Benedict Cumberbatch.

Sen hiç halka açık bir alanda kimsenin ne düşündüğünü umursamadan ağladın mı?
- hayır. normalde de pek yaptığım bir şey değildir ağlamak.

Supermen mi Batman mi?
- Batman. dünyalı, bizden biri. bize daha yakın. öyle özel gücü falan da yok. ne varsa yaşanmışlıklarında, yenmişliklerinde var. 'he is one of us'.

Çocukken hepimiz bir nesne ya da bir olayı başka bir şey zannederdik. Mesela Eyfel Kulesi'ni elektrik direği sanmak gibi. Senin böyle ilginç düşüncelerin var mıydı?
- izlediğim filmlerdeki flashback olayını anlayamazdım. o aktörlerin çocukluk halleri de benzer ya, ben onu nasıl yaptıklarını anlayamazdım. kendi çocukluğu mu acaba diye düşünürdüm. bunu da kimseye soramazdım. :)

Sence hayatın anlamı nedir?
- Ölüm. Eğer bir şeyin bitmesi ona anlam kazandırmıyorsa, başka şey beklemeyin ondan.

Buyurun efenim, sizde alın biraz biraz. :)
Maviye iz süren,
Şeyma Tanış,
Ruhsuz Atmaca,
Buterfly'ınız,

.

6 Haziran 2014 Cuma

karmaşık.

'işte
böyle böyle
büyüyorum.
bir gündüz geliyor
bir gece.'

Cahit Zarifoğlu.


Bir kaçış noktası lazım bize ya da kaçış rotası. Bir çare işte kısaca. Gerisini daha sonra da hallederiz.

ileri gitmek gerekir bazen. üstüne üstüne gitmek. gemileri yakmışçasına sürdürmek bu şeyi. çok fazla karşılaşabileceğin bir durum değil bu, öyle her seferinde aklına da gelmez. uçurumun kenarına bir kaç adım kala gelir aklına, onda da korkmazsın zaten. dibe uçmak için kendine güvenin artar, kalan adımları koşarak atarsın, atlarsın.

bu, öyle tarifsiz bir şey ki - adını bile söyleyemedim farkındaysanız - ne onunla oluyor, ne onsuz. yok yok, bu böyle devam etmeyecek. bir şeyler yapmak lazım. ondan kaçmak değil de, ona doğru kaçmak çözer bu şeyi.


'demek istediğim şeyi anlatamıyorum.
anlatabilsem de, anlatmak isteyeceğimden pek emin değilim.'

Salinger.

1 Haziran 2014 Pazar

Mim : Nedir ne değildir?

 Beyaz Gemi bloğunun sahibi  Şenay Benderli'ye sevgilerle..

Blog açma hikayeniz nedir?
- Birkaç şey karalamaya başlamıştım, kısa kısa. Bunları twitter yerine başka bir yerde paylaşmayı düşündüm sonra. Aklıma gelenleri çiziktirmek için, bir de kısa tutma zorunluluğu hissetmemek için açtım burayı. Gene kısa yazıyorum, bunun sınırla pek alakası yokmuş sanırım. :)

Blog isminiz nereden geliyor? Neden bu isim?
- Gece Denemeleri; Genelde yazmak için gece vaktini, gün ışığının olmadığı vakti seçerim. Paylaştıklarımın da öyle bir sınıfa girecek edebi bir şeysi olmadığını düşündüğüm için de deneme diye nitelendirdim. Sonunda da böyle bir şey çıktı ortaya.

- Gece Düşerken; Fecr'e kadar olan vakit karanlığı, derinliği, sakinliği ve bunun gibi bir çok şeyi içinde barındırdığı için fecr düşmeden ondan bir şeyler kapmaya çalışırım. Böyle bir ilham kaynağını da es geçmek, isimsiz bırakmak istemedim.

Hangi mevsimi seversiniz?
- Pek ayrım yapmam. Hepsinin elbette güzel çağrışımları oluyor. Sonbahar bir iki adım önde gidiyor fakat. :)

Bu mevsim size neyi çağrıştırıyor?
- Zıtlık. Geçiş süreci. İnsanları dışarı atan bir süreçten sonra hepsini evin içine geri göndermek, bunu sağlayana saygı duymak gerekir. Yapraklar insanlar için yeşillenir ya, onlar gittiği için de sararıp düşerler hani. Bir hüznü, bir gidişin hüznünü barındırır içinde, gözler önünde. Yağmur destek verir bir de bu eyleme. Bunlar da bize ilham kaynağı, çağrışım noktası olmaya yeter de artar bile.

Blog yazmak sana ne kazandırdı?
- Okuyan, yazan, araştıran ve bunları bir ödev ya da bir zorunluluk olarak değil de severek yapabilen insanların var olduğunu gösterdi bana. Okunacak ne çok şey olduğunu öğretti ve bu güzel şeyleri yazan insanları kazandırdı tabii. :)

Kitap okumak mı bir şeyler yazmak mı?
- Kitap okumak elbette.

Şiir mi roman mı hikaye mi?
- Hikaye tabi.

En çok etkilendiğin film?
- Bir filmin etkisinde çok kalmam, bir süre sonra unuturum. Genelde en son izlediğim film, diğerine kadar çokça etki bırakır. O yüzden, şu sıralar Züğürt Ağa. :)

Hangi tür kitap/film?
- Bir kaç tür haricinde her tür kitabı okumaya çalışırım.
Film konusunda ise romantik komediden uzak durmak, mümkün olduğu sürece. :) biyografi, mistik şeyler, gerilim, komedi, drama.. genelde bu tür şeyler izlerim.

Öğrenci olmak mı iş hayatı mı?
- Öğrenci olmak çok rahat, sınav dönemleri haricinde. :) okunacak, yazılacak, yapılacak kısacası ilgi gösterilecek şeylerle ilgilenmek için bolca vaktimiz oluyor. Uyumak, gezmek, tatil.. bunları ne kadar es geçmek istemesem de çalışmak daha güzel olacak gibi. vakit elimizden gittiğinde kıymetli oluyor ya, iş hayatı daha kıymetli olacak gibi o yüzden. öğrenciyken konuşmak kolay, orası ayrı. :)

Kitap okumak mı film izlemek mi?
- Kitap okumak, şüphesiz.

Klasik giyinmek mi spor giyinmek mi?
- Klasik olan şeyleri daha çok seviyorum nedense

Almaktan asla vazgeçmeyeceğiniz şey ne?
- Kitap.

En sevdiğin yemek nedir?
- Kuru fasülye - pilav.

En sevdiğin dizi?
- Person of interest.

Özel bir yeteneğin olsa bunun ne olmasını isterdin?
- Telekinezi.

Hasta olmanın en kötü yanı nedir?
- Sıkıcı olması ve bol miktarda rahatsızlık içermesi.

Alınacak listen var mı? İlk 5'i nedir?
- Cengiz Aytmatov - Beyaz Gemi
- Anna Karenina
- Kahve
- Eksik ders notları
- Telefon