30 Haziran 2014 Pazartesi

başlık kalkmadı mı daha yahu?

başlık komik değil biliyorum, o bir sistem eleştirisi naçizane. gidişat güzel blog çerçevesinde. bu yazdıklarımı dikkate almanıza da gerek yok, zira ben buraya sadece boynuzun kulağı geçtiğini söylemeğe geldim. evet, k yumuşayınca y değil ğ olur. kaldırmışlar mıydı bu kuralı yoksa ya? yoksa böyle bir kural hiç olmadı da ben american mustiff grisi saçları ile otogarda bilet satın almağa (ahahah çok eğlenceli bir kullanım yahu) çalışan istanbul beyfendisinin pronansieyşınından etkilenip öyle mi yazdım? bu arada yanlış olmasın, boyunuz değil, zira hayatta yiyeceğiniz boynuzların getirisini siz alacaksınız heybelerinize. heybe yola refere olsun, neşet ertaş'ın da ruhu şad.

yazmayı ne özlemişim be arkadaş.

şimdi siz bilirsiniz mutlaka da bazı adamlar çıkacak ve diyecekler ki, aga o yumuşama zaten,  infilekşınıl değil ki yani öyle yazamazsın falan filan. aldırmayın onlara, yanlış olduğunu biz de biliyoruz, ben hayatım boyunca bu preskripşın grammaryan mantığı ve destekçilerinden nefret ettim. siz de edin. bunların mantığı ta, nacht der langen messer'a (night of the long knives) kadar uzanır, hele ki o kristallnacht olaylarında bile bunları tartışmış zalımlar. gavrilo princip falan o zamanlar hasipte tabii. aslında olmayabilir de. ne zaman ölüyordu o adam 20 yılda mıydı? evet adam kendi başlattığı savaşın sonunu görüyor çok ilginç. görmemiş olabilir de tabii tam hatırlayamadım bakın da beni de aydınlatın. konu dağılmasın, yani diyeceğim o ki bu herifler bu mantıkta. millet kırılıyor bunlar hala yanlış yazdın da yanlış yazdın. böyle olmayın. okusun ve yazsın. yardımcı olun, engel değil.

ben size ne diyeceğim bakın, kafanızda bir problem varsa girin october suprise ya da ne bileyim şu  schutzstaffel'i falan araştırın, geçer. bilen abiler ablalar  vardır tabii bunları ama siz anladınız tabii benim ne demeğe ( :D) kotardığımı. sonra nazlı ılıcak gibi ablalar çıkıp koskoca kafka'ya fransız diyemesinler. demeyelim.

esenlikler dilerim, gelirim yine ben.

olm bilo tanıştırsana ablalar ve abiler ile bizi ayıp la? :)

27 Haziran 2014 Cuma

Gülümseyin, Çekiyorum.

İhtiyar eline köşeleri yıpranmış, jelatini de yırtılmaya başlamış albümü aldı. Ali'yi de aldı kucağına. yerleşti iyice Ali. İhtiyar ara sıra böyle yapardı. Çocuklar öğrensin geçmişi, insanları, dostlarımızı diye paşa köşkünde her şeyi anlatırdı. bugün sıra Ali'de idi. "Hadi bakalım, seç bir tane" dedi. Ufaklık aldı, birkaç sayfa çevirdi, piknik zamanı olduğu için, ertesi gün pikniğe gideceklerini bildiği için piknikte çekildiğini gördüğü ilk fotoğrafı seçti. İhtiyar tamam dedi, başladı anlatmaya.

- Şu sağ köşede olan Hasan abi. Manavı vardı. Ev almak için bi kooperatife girmişti. 4 yıl sonra sıra geldi. Taksitleri daha rahat ödemek için alternatif işlere girişti. Dükkanı oğluna bırakıp sucuk alıp sattı, arabasını kiraladı, mahallenin taksi şoförlüğünü yaptı bikaç sefer. 6 yıılda ödedi tüm taksitleri. Taksitleri bitirdiği gün deprem oldu, evi yıkıldı. Kendisi de öyle. Tek yumrukta nakavt. Saçları siyahmış o zamanlar, görüyor musun? Bu sıra beklerkendi daha. Sen yoktun. Manav Hasan vardı, o da şimdi yok. Depremden sonra atasının diyarına göçtü, Urfa'ya. Bu bayramda gidelim diyoruz oraya, iki sene önce görüştük en son.

- Bak bu Münevver Teyzen.( fotoğrafın ortasındaki gözlüklü bayanı gösteriyor.) küçükken pilot olacam ben diyordun habire, o da sana uçak alıp gelmişti. Bikaç sene uçak teyze dedin ona. onun da hoşuna giderdi, peltekçe söylemen. Onun yanındaki Manav Hasan'ın eşi.

arkada salıncakta sallanan çocuk, onu iteleyen abisi. salıncak iki ağacın arasında, her piknikte olduğu gibi. diğer büyük ağacın altında hasırlar, kilimler, gülüşme sesleri. Adam bunları hatırlıyor olacak ki dalıp gidiyordu fotoğrafa ara sıra. birde gayriihtiyari gülümsüyor, baksana.

- Burda annen var (sol köşede, üstte), onun önünde oturan ablan. Ne kadar da küçükmüş, Nasıl da geçiyor günler, hey gidi heyy.. enişten yok tabi o zamanlar, onun fotoğrafı diğer albümlerin birinde. bir ara ona da bakarız. yanındakiler Ayla (Münevver'in kızı), Kenan ve Turgut ( Manav'ın çocukları). en önde uzanan ise Rıfat Amcan. şu hep gülen var ya, burda da muziplik peşinde. böyle kurtulabiliyor dertlerinden. evine haciz gelmişti o zamanlarda. kredi borcuna kefil olmuştu, borç onun yakasına yapıştı. çalıştığı firma iflas etti, iş bulamadı falan. uzun hikaye, onu başka bir zaman anlatırım. sen de öğreneceksin biraz daha büyüyünce, onun neden bu kadar güldüğünü.

gayriihtiyari gülümseyen ihtiyar, duraksadı. bir hatırada önce gülmek sonra oturup kalmak öylece. olağan şey bu. her eski fotoğraftan sonra kısa bir süre etkisi altına alır insanı bu hal.  Anın yakalandığı o zamana döner, herkes gelir, gülümser, sonra yine eski hallerinde devam ederler. insanları güldürmek ne kadar kolay değil mi? Başkalarına hep iyi gözükmek, öyle hatırlanmak ne kadar kolay. bir flaş patlaması kadar süren mutluluk. bir ömür öyle hatırlanmak, güler yüzlü.

nasıl olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. bizim ihtiyar da biliyordu. fotoğraf bir anda canlandı gözünde, renklendi. Hasan, Rıfat, Hanım hepsi yerlerini aldı. Bizim ihtiyara yine güldürmek düştü;

- Gülümseyin, çekiyorum!

- Peeyniiiiiiiir. (tabii, hep bir ağızdan.)

18 Haziran 2014 Çarşamba

Mim: Pencere

Şenay'a teşekkür ediyorum.

"Blog başından kalkıp pencereyi açıyoruz veya balkona ya da bahçeye veya sokağa çıkıyoruz. Dışarı bakıyoruz. Gözümüze ilk görünen kişiyi inceliyoruz. Cinsiyetini ve üzerindeki giysiyi yazıyoruz, ne yaptığına bakıyoruz."

Kaan kapıyı açtı, dışarı çıktı. lambanın hareket sensörü bozulmuştu geçenlerde, o yüzden merdivenler aydınlanmadı. duvarla toprağın birleştiği yerde kendine ait bir yer de yapmıştı. ışık almıyordu ama ışıktan gelenleri iyi seçebiliyordu. solunda kiraz ağacı vardı, az ilerde de sokak lambası. cigarasını çıkardı, ateşledi. hem taşra olduğundan hem de vakit geç olduğundan mahalde pek kişi gözükmüyor. dur biraz, tıkırtı var. 

köşeden bizim muhitin akıllısı geliyor. deli demek gelmiyor içimden, zira herkese selam veren, ailesine elinden geldiğince yardım eden birisine bu şeyi diyemem. kendi kendine sürekli konuştuğundan olsa gerek, böyle biliyordu herkes onu. gene konuşa konuşa geliyordu sokağın başından. üstünde kendine bol gelen ceket, içinde düğmelerinin birisi kaymış bir gömlek, siyah pantolon ve tozlanmış bir ayakkabı. saçları da biraz dağınık.

- geç kaldım eve. anam yatmış mıdır acaba?
- yattıysa kızcak bana, uyandırdım yine.
- iki sigara içcez diye. (sigaraya para vermez, yanındakiler içerken ona da uzatırlar.)
- her gün bi daha yapmayacam diyom gene de yapıyom.

cigara içmesin de ne yapsın? her gün çarşıya gider gelir sürekli. sıçraya sıçraya yürür. bi su götürür, bi ekmek. evdekiler eline listeyi verir, marketteki elemanlar hallederler hepsini, o da taşır sürekli. 

- iyi geceler Mevlüt.
- sana da.
- gelsene buraya bi.

Mevlüt geldi, sigarasını aldı, eve yetişecem diye de hızlı hızlı gitti.

bizim akıllı bütün dertlerinden kurtulmak için iki yol bulmuş. birisi konuşmak. hiç durmadan konuşur, anlatır sürekli. kimse dinlemese de anlatır. sen en son ne zaman kurtuldun dertlerinden?

Kaan kalktı yavaşça. bi kiraz kopardı daldan. ağzının tadı değişmesi için. sonra da karanlık merdivenlerden yukarı çıktı. anlatıp anlatmayacağını, konuşup konuşmayacağını düşünüyor.  bi değişiklik olursa haber ederiz size de. 


(mim biraz değişti. idare edin artık. :) geldiği yerdeki yazı çok güzel olunca, ben de onun izinden gideyim istedim. öyle yazayım derken böyle bir şey çıktı ortaya, affola. :) )

9 Haziran 2014 Pazartesi

çıkarım yapma sanatı.

- Ne diyorsun sen böyle?
- Duydun işte, ne diye sorup duruyorsun daha?

Sakin kalmaya çalışıyordu ikisi de. Beyaz tenli olanı, üstünde haki renginde ceket ve cafenin ışığında sağ yanağındaki gamzenin ucundaki sıyrığın belli olduğu kişi sanırım karşısındakine bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Elindeki bardağı yavaşça masaya bırakırken, gözleri dalmaya meyilleniyordu. Karşısındakine değil sayın okur, kavgaya dönüşecek bir muhabbet değil bu. Önündekini, gözünün önüne geleni dikkatle izler ama onu görmez ya, ondan bahsediyorum. Öyle bir havaya bürünmüştü ki gözleri, cigaraların dumanı içinde samimilikten başka bir şey anlaşılmıyordu.

Buğday tenli olan çocuksa zannımca üşüyordu . Ya da sinirsel sorunları yüzünden titreme nöbetine girecekti birazdan. Çayın tazelemesi geçmişti, içi üşümüş de olabilir. Ya da bir anlık fizyolojik tepkime sonucu soğuktan ürperdiği izlenimi de vermiş olabilir bize.

Önlerinde birkaç defter vardı, ceketli olanın önündeki açıktı. Kalem de vardı yanında, arada notlar alıyordu demekki. Ayağında tik vardı, hızlıca hareket ediyordu. Bir yandanda sabırsızlanıyordu yeni şeyler için.

- Sen şimdi bütün bunların aslında kağıtlarla alakası olduğunu söylüyorsun öyle mi?

Titremesi ya da üşümesi, her neyse artık o, geçmişti. Bir şekilde devam etmesini bekliyordu sohbetin.

- Hayır, aslında her şeyin kalemle başladığını, kalem sonucundaki ihtiyacın kağıt olduğunu ve bu durumun seni bu hale soktuğunu söylüyorum. Ne kadar anlamak istemesen de bu yaptıklarının, yazdıklarının bir değeri yok. Etrafındaki (kafedeki) insanlara bir bak. Kaçı bu kömür, odun parçalarına değer veriyor?

Bu gözlerin, bu hiddetin ve sakinliğin sadece samimiyetten olduğunu, onun başka kimseyle böyle konuşmayacağını biliyordu. Gene de duymak ağır gelmişti bunları. Boşa geçen bir kaç senenin ardından kaleme sarılmıştı ama onunla da ilgilenen yoktu. Kendisi için devam ettirdiğini söylese de, geçiştirse de kendini, şimdi o haklıydı.

-  Onlara değer vermezlerse kendilerine de bir anlam veremiyorlardır. Ne yani, ben onların istediği şeylere mi değer vereceğim, bu zorunluluk ne böyle? Sanki sen okumuyorsun, sabahlamıyorsun kitap başında. Daha geçen hafta sahafın yolunu tutmak için evdeki minderleri satmadın mı? Kardeşine kitap parası göndermek için 3 hafta milletin ağız kokusunu çekmedin mi? Daha fazla saydırma şimdi bana bunları.

Cidden saydırmadı. Bazen böğrüne bi şey oturmuşçasına kalırsın ya öyle, o da kaldı işte orada. Göz ucuyla baktı bir kez, sonra geri eğdi kafasını. İçi yanmaya başladı. soğuğun tesiri falan kalmadı. gözleri de yanıyordu, cigara dumanından olsa gerek, az biraz da kızarmıştı. tabi bunlar sadece dışardan gördüklerimiz, kendi yüklediğimiz anlamlar.

Aslında orada ne kitap var, ne soğuk, ne de çay. Böyle bir muhabbet de hiç olmadı, olamaz da. Orada senin çıkarmak istediklerinden başka bir şey yok. Konu çıkarım yapmak olunca, bizden iyisi de pek yok gibi, ne dersin?

8 Haziran 2014 Pazar

geçmek. geçiştirmek. bırakıp gitmek hatta apaçık. bunlara uymayan bir kavram yok. ama soru şurada başlıyor; bu en çok neye/kime yakışıyor?

Mim : Mor

Şenay'a mim için çok teşekkür ederim. Mim yapmaya alıştırdı, sağ olsun. :)

En çok sevdiğin yönün nedir?
- unutmak. bazen çok şikayetçi olsam da bundan, çok işime yaramıyor da değil. geçmişe takılmıyorum bundan dolayı.

Sen hiç yağmurun altında ağladın mı?
- hayır. yağmura kendini karıştırmak manidar olsa da yapmadım bunu.

Diyelim ki sana 3 dilek hakkı tanındı. Ama sadece insanları değiştirebileceksin. Neleri, kimleri ya da hangi özellikleri değiştirdin?
- insanların anlayış sahibi olmalarını isterdim.anlamadan, dinlemeden çoğu insan birbirini kırıyor. bu böyle devam etmemeli.
- parayı kaldırırdım. çok dertli bir kağıt parçası. çok zararlı. :)
- bir de saygı diye bir şey var. insana/fikirlerine saygı göstermek ve onları kendi istediğin hale getirmeye çalışmamak. bununla çok karşılaştığım için saygıyı öğretmek, böyle durumları ortadan kaldırmak isterdim.

Sen hiç yaz yağmurunda denize girdin mi?
- hayır. kırsal kesimde yaşıyorum. pek fazla gezme imkanım olmadı. deniz varken de yağmur yoktu. :)

Yaşadığın en gülünç durum nedir?
- gün içindeki anlık şeyler dışında pek hatırlamıyorum. ama bu aralar staj işlerinden dolayı biraz gülünç haldeyiz. insanın şekli şemali değişiyor ya, çok garip oluyorsun bi süre. :))

Kendine ünlüler dünyasından bir eş ya da sevgili seçebilseydin, kimi seçerdin?
- Arkadaş seçemiyor muyuz? Pek takip etmem isimleri, ünlüleri. daha çok karakterler kalır aklımda. o yüzden Irene Adler olabilir.

Hayatın bir film olsa hangi aktör ya da artist oynamasını isterdin?
- Benedict Cumberbatch.

Sen hiç halka açık bir alanda kimsenin ne düşündüğünü umursamadan ağladın mı?
- hayır. normalde de pek yaptığım bir şey değildir ağlamak.

Supermen mi Batman mi?
- Batman. dünyalı, bizden biri. bize daha yakın. öyle özel gücü falan da yok. ne varsa yaşanmışlıklarında, yenmişliklerinde var. 'he is one of us'.

Çocukken hepimiz bir nesne ya da bir olayı başka bir şey zannederdik. Mesela Eyfel Kulesi'ni elektrik direği sanmak gibi. Senin böyle ilginç düşüncelerin var mıydı?
- izlediğim filmlerdeki flashback olayını anlayamazdım. o aktörlerin çocukluk halleri de benzer ya, ben onu nasıl yaptıklarını anlayamazdım. kendi çocukluğu mu acaba diye düşünürdüm. bunu da kimseye soramazdım. :)

Sence hayatın anlamı nedir?
- Ölüm. Eğer bir şeyin bitmesi ona anlam kazandırmıyorsa, başka şey beklemeyin ondan.

Buyurun efenim, sizde alın biraz biraz. :)
Maviye iz süren,
Şeyma Tanış,
Ruhsuz Atmaca,
Buterfly'ınız,

.

6 Haziran 2014 Cuma

karmaşık.

'işte
böyle böyle
büyüyorum.
bir gündüz geliyor
bir gece.'

Cahit Zarifoğlu.


Bir kaçış noktası lazım bize ya da kaçış rotası. Bir çare işte kısaca. Gerisini daha sonra da hallederiz.

ileri gitmek gerekir bazen. üstüne üstüne gitmek. gemileri yakmışçasına sürdürmek bu şeyi. çok fazla karşılaşabileceğin bir durum değil bu, öyle her seferinde aklına da gelmez. uçurumun kenarına bir kaç adım kala gelir aklına, onda da korkmazsın zaten. dibe uçmak için kendine güvenin artar, kalan adımları koşarak atarsın, atlarsın.

bu, öyle tarifsiz bir şey ki - adını bile söyleyemedim farkındaysanız - ne onunla oluyor, ne onsuz. yok yok, bu böyle devam etmeyecek. bir şeyler yapmak lazım. ondan kaçmak değil de, ona doğru kaçmak çözer bu şeyi.


'demek istediğim şeyi anlatamıyorum.
anlatabilsem de, anlatmak isteyeceğimden pek emin değilim.'

Salinger.

1 Haziran 2014 Pazar

Mim : Nedir ne değildir?

 Beyaz Gemi bloğunun sahibi  Şenay Benderli'ye sevgilerle..

Blog açma hikayeniz nedir?
- Birkaç şey karalamaya başlamıştım, kısa kısa. Bunları twitter yerine başka bir yerde paylaşmayı düşündüm sonra. Aklıma gelenleri çiziktirmek için, bir de kısa tutma zorunluluğu hissetmemek için açtım burayı. Gene kısa yazıyorum, bunun sınırla pek alakası yokmuş sanırım. :)

Blog isminiz nereden geliyor? Neden bu isim?
- Gece Denemeleri; Genelde yazmak için gece vaktini, gün ışığının olmadığı vakti seçerim. Paylaştıklarımın da öyle bir sınıfa girecek edebi bir şeysi olmadığını düşündüğüm için de deneme diye nitelendirdim. Sonunda da böyle bir şey çıktı ortaya.

- Gece Düşerken; Fecr'e kadar olan vakit karanlığı, derinliği, sakinliği ve bunun gibi bir çok şeyi içinde barındırdığı için fecr düşmeden ondan bir şeyler kapmaya çalışırım. Böyle bir ilham kaynağını da es geçmek, isimsiz bırakmak istemedim.

Hangi mevsimi seversiniz?
- Pek ayrım yapmam. Hepsinin elbette güzel çağrışımları oluyor. Sonbahar bir iki adım önde gidiyor fakat. :)

Bu mevsim size neyi çağrıştırıyor?
- Zıtlık. Geçiş süreci. İnsanları dışarı atan bir süreçten sonra hepsini evin içine geri göndermek, bunu sağlayana saygı duymak gerekir. Yapraklar insanlar için yeşillenir ya, onlar gittiği için de sararıp düşerler hani. Bir hüznü, bir gidişin hüznünü barındırır içinde, gözler önünde. Yağmur destek verir bir de bu eyleme. Bunlar da bize ilham kaynağı, çağrışım noktası olmaya yeter de artar bile.

Blog yazmak sana ne kazandırdı?
- Okuyan, yazan, araştıran ve bunları bir ödev ya da bir zorunluluk olarak değil de severek yapabilen insanların var olduğunu gösterdi bana. Okunacak ne çok şey olduğunu öğretti ve bu güzel şeyleri yazan insanları kazandırdı tabii. :)

Kitap okumak mı bir şeyler yazmak mı?
- Kitap okumak elbette.

Şiir mi roman mı hikaye mi?
- Hikaye tabi.

En çok etkilendiğin film?
- Bir filmin etkisinde çok kalmam, bir süre sonra unuturum. Genelde en son izlediğim film, diğerine kadar çokça etki bırakır. O yüzden, şu sıralar Züğürt Ağa. :)

Hangi tür kitap/film?
- Bir kaç tür haricinde her tür kitabı okumaya çalışırım.
Film konusunda ise romantik komediden uzak durmak, mümkün olduğu sürece. :) biyografi, mistik şeyler, gerilim, komedi, drama.. genelde bu tür şeyler izlerim.

Öğrenci olmak mı iş hayatı mı?
- Öğrenci olmak çok rahat, sınav dönemleri haricinde. :) okunacak, yazılacak, yapılacak kısacası ilgi gösterilecek şeylerle ilgilenmek için bolca vaktimiz oluyor. Uyumak, gezmek, tatil.. bunları ne kadar es geçmek istemesem de çalışmak daha güzel olacak gibi. vakit elimizden gittiğinde kıymetli oluyor ya, iş hayatı daha kıymetli olacak gibi o yüzden. öğrenciyken konuşmak kolay, orası ayrı. :)

Kitap okumak mı film izlemek mi?
- Kitap okumak, şüphesiz.

Klasik giyinmek mi spor giyinmek mi?
- Klasik olan şeyleri daha çok seviyorum nedense

Almaktan asla vazgeçmeyeceğiniz şey ne?
- Kitap.

En sevdiğin yemek nedir?
- Kuru fasülye - pilav.

En sevdiğin dizi?
- Person of interest.

Özel bir yeteneğin olsa bunun ne olmasını isterdin?
- Telekinezi.

Hasta olmanın en kötü yanı nedir?
- Sıkıcı olması ve bol miktarda rahatsızlık içermesi.

Alınacak listen var mı? İlk 5'i nedir?
- Cengiz Aytmatov - Beyaz Gemi
- Anna Karenina
- Kahve
- Eksik ders notları
- Telefon