20 Ağustos 2013 Salı

ANAHTAR

“Vakit göreceli sayılırdı apartmanın önüne geldiğinde. Onu burada bulabileceğini söylemişlerdi. Darmadağın yapraklar arasında izmaritlerin de buna eşlik etmesiyle birlikte merdivenler girişi oluşturuyordu. Dış kapıyı iteledi, binadaki doğru kapıyı aramaya başladı. Bulması için biraz uğraşması gerekiyordu. Kapının önüne geldiğinde hafiften ısınmıştı bedeni. 0’ı düşmüş 1 vardı kapının üzerinde. Bu hale nasıl geldiği hakkında kısa bir düşünce silsilesinden sonra kapıyı çaldı. Eli parmaklarına, parmakları düğmeye ulaşana kadar buz gibi olmuştu sıcaklıktan.
Hafif tıkırtılar geliyordu içeriden. Kapıya doğru bir meyillenme vardı içerde belli ki. Pek düşünmeye fırsat vermeden kapı açıldı, bir el içeriyi gösteriyordu ‘buyurun’ şeklindeki bir mırıldanmayla. Gösterildiği gibi ilerlemeye başladı. Dedikleri gibi biraz dağınıktı içerisi. Bir masa, iki sandalye, keyif ya da uyumak için bir kanepe, bir yastık, normal sayılabilecek bir halı, dolap ve kitaplıktan ibaret bir oda. Bir de yarım açık pencere vardı canlılığa belirti olarak.
Sandalyeye doğru ilerledi. İçinde orasının daha rahat olduğuna dair bir his vardı. Oturmak için düzeltti ve oturdu. Heyecandan olsa gerek, selam vermeyi unutmuştu. İlk defa böyle bir şey yaptığı için pek de önemsenmeyebilirdi aslında. Standart olarak bir küllük, cigara paketi, izmaritler, biri boş diğeri yarısına kadar içilmemiş çay bardağı vardı. Önceki hali muhtemelen beyaza yakındı masanın. Masada bulunan kalem ve ilgili malzemeler (silgi yok haliyle) bu bulanık siyahlığı açıklıyordu.
“Yanlış yolda yürümek, doğru yolda beklemekten iyidir.” , “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” , “Her temas iz bırakır.” , değiştirmek – paramparça” gibi şeyler yazıyordu dikkatini çeken.
O da geldi, karşısına oturdu ilk inceleme sürerken. “Merhaba” dedi, “Merhaba” diye yanıtladı karşısındaki. Nasılsın gibi sıradan şeylerle devam etmeye meyillendi konuşma. İkisi de bulundukları durumu anlamaya çalışıyordu. Bir ara suskunluk oldu. İçten gelen, garip ama gerekli bir soru böldü sessiz çığlıkları;
-                  - Dış kapının anahtarını nerden buldun?
Orada durdu zaman. Bazen kendisi de söylerdi hayatın durabileceğini. Bazen yaşamak isterdi ama bu kadar içten istememişti sanırım hiç.
-                  - Anahtar”
Burada bitiyordu yazı. Son dememişti yazar, hatta uzun olabileceğini bile hissettiriyordu ama devamı yoktu.  Devamını getirmeyi deneyebilirdi belki ama bu anahtar neydi? İlerleyen sayfalara baktı hızlıca, boştu. Anahtarı görmüş olmalıydı. Mutlaka oradaydı. Anlamak umuduyla yazının başına döndü;

“Vakit göreceli sayılırdı …….”

2 Ağustos 2013 Cuma

Pardon

Bir şey var içinde. Bunu herkes biliyor, ben bile bilmiyorum dediğin. Kendine söylenmeye çekinmediğin fakat duymaya korktuğun bir şey. Uzun ama kısa, yalan ama gerçek, taş ama yumuşak. Tam da bırakınca aklına gelen, yanından(bilincinden) gidince ya da uyanınca yalnızlığa, camel spider misali gözlerini açan bir şey.

Belki bir çok şey. Sıcak gibi bir duyu olmaktan çok kıskançlık gibi bir his. Dostluk gibi dikkatsiz ve güçsüz olmalı daha çok. Düşündükçe fark edeceksin bunu. Evet, biliyorsun aslında. Bilmediğin bir şey de yok.

Bir şeyin koşulsuz olması söylenirse, aslında bir koşul belirtilmiş olmaz mı? Bu mümkün müdür, beklentisizlik? İçtenlik nasıl bir şeyin koşulu olabilir ki? Dur. Aslında haklısın. Ağzı kumlarla dolup hiç konuşmaz hocalarımıza ne kadar hayranızdır? Bizden yeni ayrılmış dostlarımızı ne kadar severiz, değil mi?

Söylemedim mi daha sıkıntıyı? Söylediklerimin hepsi, aslında hiçbiri. Aklımda iken söyleyeyim, her neyse. Sıkıntı şu; Bu arada başın sağ olsun, geçen gün ölmüşsün.

Yine mi olmadı? Aslında sıkıntı bu, pardon.