Güneş şehirdeki erzakları valizine atmış, mekanının yeni
sakinine bırakıp tüm yaşanmışlığı, çekip gitmişti ortalıktan. Valizinde “biraz”
vardı. Biraz hüzün, biraz keder, biraz neşe, biraz gözyaşı, biraz tebessüm,
biraz acı… Biraz biraz götürmüştü hepsinden, geri getirmemek üzere.
Çukurluklu yaratık güneş kaçınca sevinip yerleşmişti hemen
gökyüzüne, önceden ağaçların ağaçların şimdi binaların deldiği o görevliye. Sevinmişti,
çünkü getirdiği şeyler çoktu, “biraz”ını bırakabilecekti çaresiz, umutsuz,
korkak, hissiyatsız insanlara. Bırakacaktı ki hafifleyecekti yükü. Bırakabildiği
için yeniden gelecekti. Yine sevinerek gelip üzülerek gidecekti.
Eli cigara paketini açarken, rotasına kalan hüznü saklamaya
çalışıyordu. Bir oluşuma gidecekti, bir hisse, bir daraltıya, bir bunaltıya
gidecekti. Ağrı. Evet, onu yaşamaya, onu hissetmeye gidecekti. Ayakkabısının dikişleri
yağmura inat patlamış, gömleğinin çatlaklarından serin şeyler girmeye
başlamıştı, fakirliğini belli ederek. Üşüyordu, ama gidecekti yine de. Sular fışkırsa
da en istisna deliklerden, oraya gidecekti.
Belirli ebatlarda yapılan, birkaç kelime ve rakam ile
bulunanı anlatmaya çalışan, anlayan için başlangıç ve bitiş noktası, anlamayan
için taş tarlasına gidecekti, mezarlığa gidecekti.
Ölüler yaşayanlardan daha gerçektir. Ölümün olduğu yerde
daha ciddi ne olabilir?
Ciddi düşünceler için ciddi mekanlar verilir. İşte bu yüzden
içinden sızlamalar akan ayakkabı sahibine ihanet etmiyordu. Parçalansa da gidecekti, götürecekti oraya.
Neyse ki buna gerek kalmadan varabilmişti ağaçların dibine,
duvarların ötesine, toprağın en anlamlı olduğu tarafa geçebilmişti.
“Eksik hissediyorsun bazen. Kiraz sapının ağaçta kalan kısmı
gibi yarım eksik. Daldaki yaprağın bütünleyici yarısı olmadığı için şekilsiz
gözükür ya, öyle bir eksiklik. İsimsiz mezar taşı gibi, seni anlatandan yoksun
kalmış bir eksiklik.
Fazla hissediyorsun bazen. Kiraz sapının ağaçta kalan kısmı
gibi, yarım fazla. Orada bulunmanın etrafındakiler için “artık” anlam ifade
etmeyişini belli edecek kadar fazla. Çaydaki şeker gibi yüz asıcı bir fazlalık.
Bitmiş kitabın içindeki ayıraç gibi bir amacı kalmamış bir fazlalık.
Bazen yaşayasın kaçıyor. Vakit geçsin diye yaşıyorsun. Vakit
geçsin diye izliyorsun önünden geçen dumanı, bardağın çayla buluşmasını. Rüzgarın
tenle buluşmasını vakit geçsin diye hissediyorsun. Belki uzun sürer de zamanı
unuturum diye düşüncelere başlıyorsun. Bir yere oturduğunda sadece vakit geçsin
diye çığlıkları, anlamsız ve bir o kadar da manasız sözcükleri işitiyorsun. Bazen
yaşayasın kaçıyor, vakit geçiriyorsun.
Bazen ölesin geliyor. Ayranın üstündeki nane gibi hissizleşip,
bir süre sonra tüm benliğinle unutulmak istiyorsun. Sarp kayalıkların dibine
gelip her şeyi bırakmak istiyorsun bazen. Denizin derinliğini merak edip orda
kalasın geliyor.
Bazen de tüm düşüncelerinden kurtulmak istiyorsun. Bunu başaramayacak
kadar eksik bir cesaret, fazlalığını verdiğinde sıradanlaşacak bir güven. Var olmadığında
yaşayamayacağın bir düşünce. Yanında oluşunda içinden söküp atmak istediğin,
öldürmek istediğin düşünce.”
Hepsine biraz ekleyip biraz çıkarıyordu düşüncelerin. Siyahlıklar
ışığın önünü kapatmış, yoldan geçenlerin verdiği aydıklıkla mevcudiyeti
seçebiliyordu. Ara vermişti düşünceye, buna iten sebep dolayısıyla. Çok manidar
diye düşündü seyrine devam ederken. Mezarlığın çıkışındaki kaldırımda
sevgililerin koşar adım sarılmalarını izledi. Bir tarafta ayrılığın son
noktası, bir tarafta kavuşmanın ilk anı. Sonlarını gördükleri için daha sıkı
sarılmışlardı birbirlerine, daha içtendi bu kavuşma. Yanındayken bile
uzaklıklarını hissettirmişlerdi birbirlerine. Ağır ağır yürümeye başladılar
sonra. Eksiklikleri, fazlalıkları, ölümü, yaşamı, hissiyatı bırakıp ağır ağır
yürüdüler.
O da kalktı yerinden. Ağır gelmişti bu olay ona. Diyaframından
yukarı doğru ilerleyen bir ağrı saplanmıştı. Solukları zorlanıyordu. Kalp atımları
birbirini kovalıyordu. Ağrıyı içeriden ve dışarıdan hissediyordu, eksik kalmaya
geldiği bu yerde fazla olmuştu her şey. Ortadan kaldırmaya çalışırken, en
ummadık yerde yaşamaya başladı düşünceleri.
Yavaş yavaş hızlandı adımları. Koşmaya başladı. Ağrılı düşüncelerden
kurtulabilme ümidi, hiç bitmemek üzere vardı. Eksik kalabilme umuduyla
fazlalıklara doğru koşuyordu…