Baktı. Öylece baktı. Devam da ediyordu buna haliyle. Gariplik
yoktu bunda.
Kıvırcıktı. Seviyordu. Ben de öyle. Uzundu, saçları. Eylül gibi
yüzü vardı. Sıradandı. Bir farklılık yoktu (size/bize göre tabii). Elini kızıl
bardağa dolamış, sisli biçimde düşünüyordu. Sandalyenin ucuna gelmişti, sanki
yetişmeye çalıştığı idealleri vardı, anında bırakıp gidebilecekti kendisini
oracıkta, öylece. Mevsim bile durmuş, onu izliyordu, yani ona öyle geliyordu. Gözlerine
bakmak istedi, şimdiye kadar inmemişti derinlerine, sıradandı bu farklılık. Aşağıya
doğru süzülmeye meyilli damlacıklar,
sisi açıklıyordu.
Sandalyenin ucunda oturuyordu, geride bıraktıklarından
kaçıyormuşçasına. Elleri de öyle bir sarmıştı ki kızıllığı, tutunacak şeyi
oluşturuyordu tek başına. Karşı taraftaki yapraklara bakıyor diye düşündü önce,
aklına gökyüzü gelmeden önce. Aslında bakmadığını da sonradan anlayacaktı,
konumuzla alakası olmasa da.
Sandalyenin ucunda oturuyordu, kızıllığı ısıtmaya çalışarak,
ya da ellerini. Her ne ise işte. Soğuk kalmıştı, buz tutmuştu bir kısmı, sanki.
İşlemeyen bağzı şeyler varmışçasına sıkıyordu kızıllığı. O baskıyla kaynıyordu
muhtemelen çay, kızıllık, içten içe. Çevresindekilere gösteremediği, gör(e)mediklerini
anlatma çabasından geliyordu bu. Bizim tabirimizle fırtınalar kopuyordu
içeride. Bunu da bir bardak anlatabilirdi sadece.
Sandalyenin ucuna oturuyordu, belliydi tedirginliği. Tekerlekleri
vardı, sandalyeden bahsediyorum. Çantadan ya da başka kolaylaştırıcıdan değil. Tedirginliği
artmaya başlamıştı, eliyle destek alıp yaslanmaya çalışıyordu sandalyeye. Sıkılmış
da olabilir, bilmiyorum. Kızıllığı bıraktı, ses çıkarmaktan korkmuş gibiydi. Elini
uzattı ileriye doğru. Yoldaşı, yandaşı, gözleri hatta, karşıladı bunu. Gecenin tenhalığından
değil, yalnızlıktan da değil, ondan da korktuğu yoktu. Gözleri yalnızlıktan
başka bir şey gör(e)meyen insan, bundan ne kadar korkabilirdi? Ve evet. Görülmemekten
korkuyordu, başka bir şeyden değil.
Baktı. Öylece baktı. Devam da ediyordu buna haliyle. Gariplik
yoktu bunda. Olacaktı ama. Göremeyenin yalnızlığı(!), görebileni etkilemişti.
Gidiyordu kıvırcık.
Cigarasını çıkardı, kibritiyle alevlendirdi. Kızıllık istedi
bir tane, sıcakken derine işler çünkü, bilirsiniz.
Öyle işte. Boş. Boşluk. Karanlık. Bu kadar.
Böylesi yazıları birileri ses tonuna uygun biçimde kulağıma okusun istiyorum
YanıtlaSilTeşekkürler. Böylesine beğenmenize sevindim...
SilDerin bir boşluk olmuş bu. Küçük prense katılıyorum, böyle yazıları biri okusa hafif bi ezgiyle çok daha güzel olur sanki :)
YanıtlaSilTebrik ederim, yüreğine sağlık...
Belki bir gün.. :)
SilTeşekkür ederim, hoş geldiniz..
vay be bu yazı iyi bak, film karesi gibi, insanın zihninde canlanıyor, sanki bir gece, barda gibi, dumanlı sanki loş.
YanıtlaSilüstte arkadaşlar sölemiş ya, blogum seslendi diye bişi var. yani blogunda istersen seslendirebiliyorsun.
:)
Teşekkürleer deep. Nacizane, bir şeyler deniyoruz işte, öyle.
YanıtlaSilÖyle bir sahne işte. Öyle bir an, öyle bir boşluk.
Haberim yoktu ondan, bi bakmak lazım. Teşekkürler bilgi için.
:)
bizim bloglar mahallesi var, bbm, biz blogçuların sitesi. orda örnekleri var bak, blogum seslendi, daha önce yapılanları da dinlersin ki.
YanıtlaSil:)
Bu güzelmiş cidden. İlgileneceğim bununla. Ne kadar olur bilemem ama uygun bir ses bulursam mümkün olabilir.
SilÖğrenmek gerek böyle şeyleri. Teşekkürler. :)
bizim bloglar mahallesine de üye ol. incele bak. aramızdan arkadaşlar kurdu. çok iyi bir site. iyi insanlar. hem blogunuz da biraz daha tanınır zaten o zaman. du hatta ben de tanıtayım bilokunuzu.
YanıtlaSil:)
Doğrudur. Bu işle uğraşıyorsa, öyle olmalı da zaten :)
SilBilok tanıtımı da ayrı bir konu. Mimari gibi bir ince düşünce ister. Eyvallah. :)